UZAKTAN ÖĞRETİM ÇOK YAKINA GELDİ: BİR E-PEDAGOJİYE İHTİYAÇ VAR MI?

Ömer Demir –

Yükseköğretim Kurulunun (YÖK) açık ve uzaktan eğitimi teşvik etmeye başladığı yıllarda (2008) YÖK’te bu işlere bakan benim de içinde bulunduğum bir komisyon vardı. Uzaktan öğretim programlarının açılması için bazı kriterler belirlenmişti. Evrak üzerinden bu kriterleri sağladığı düşünülen üniversiteler konuyla ilgili bir de bu Komisyona sunum yapıyorlardı. Komisyon olarak, yapılan sunumları da dinliyor, altyapısı hazır olduğunu düşündüğümüz üniversitelerin uzaktan eğitim taleplerini olumlu görüşle YÖK Genel Kuruluna sunuyorduk. Bu konuda üniversiteler çok istekliydi ve yoğun başvurular yapılıyordu.

Bu sunumlarda bir konu özellikle dikkatimi çekiyordu: Uzaktan eğitime hazırlık dendiğinde üniversite yöneticilerimizin anladığı büyük ölçüde fiziksel ve teknolojik altyapı hazırlığıydı. Genelde sunumları, rektörlere eşlik eden bilgi işlemden sorumlu rektör yardımcısı ve bilgi işlem daire başkanının bulunduğu ekipler yapardı. Sunumda derslerin yükleneceği bilişim altyapı kapasitesi, etkileşim platformu (derse katılma, söz isteme, yoklama vb.) öne çıkardı. Aynı yazılımları farklı üniversite sunumlarında sık sık gördüğümüz için Komisyon olarak biz daha çok hazırlanmış örnek dersler üzerinde durmak isterdik. Rektörlerimizin birbirine benzeyen şu cevabı bende hayret ve kaygı ortası bir duygu oluştururdu: “Hocam ders işleri kolay. Siz programa onay verirseniz biz eğitim başlayıncaya kadar geçecek olan bir iki ay içinde tüm ders içeriklerini hazır hale getiririz.” Bu cevaba hayret etmem, uzaktan eğitimin sadece bir bilişim teknolojisi meselesi olarak görülüyor olmasından, kaygı duymam da böyle giderse sonunda istenen hedeflere ulaşılamayacağı korkusundandı.

“Hocam” derdim, “Bu gösterdikleriniz olayın sadece bilgisayar mühendisliği kısmı. O konuda bir yazılım satın alınca veya geliştirince bir eğitim programı uzaktan eğitime hazır olmuş olmaz ki! İşin asıl önemli ve zor yönü, eğitim pedagojisine uygun ölçme-değerlendirme araçlarına ihtiyaç var.” Verdiğim örnekler şunlardı: Senkron veya asenkron derslerde diksiyon önem kazanacağı için ders verenlere bu konularda özel eğitimler vermek gerekir. Müfredat aynı olabilir ama hangi konuların hangi sürede, dikkatleri dağıtmadan, hangi kavramlara öncelik verilerek, hangi örnekler yoluyla daha kolay anlaşılabileceğine dair her bir ders özelinde uygulamalar yaparak en uygun içerikleri oluşturmak icap eder. Konuların içine etkileşimli örnek olaylar, ilginç anekdotlar yerleştirmek; dikkatleri toplayacak ve cevabı birkaç kelimelik kısa sorular sorup verilen cevaplara göre içerikleri farklılaştırmak; bilinmeyen kavramlara ilişkin etkileşimli (üzerine tıklandığında anlamının göründüğü) sözlükler hazırlamak veya ilgili derse götüren bağlantılar yerleştirmek; her ders sonunda kısa cevaplı deneme sınavları yapıp konuyu anlamayanların eksikliklerini kendilerine ifade edecek danışmanlık desteği sunmak; bu deneme sınavlarında tespit edilen en çok bilinmeyen konuların niçin anlaşılmadığını ortaya koyacak dinamik bir içerik oluşturma süreci tanımlamak … gibi konularda yeni yeni ve her öğrenci profiline göre farklılaşabilecek çalışmalar yapmak gerekir.

Cevaplar çoğunlukla ne demek istediğimin tam olarak anlaşılmadığı izlenimini verirdi: “Hocam ekip hazır, sizden program oluru gelirse, o dediklerinizin hepsini hemen yapacaklar.”

Büyük bir hevesle yeni uzaktan eğitim programları açmaya karar verenlerin uzaktan eğitimin sadece bir bilgisayar teknolojisi işi olmadığını bilmiyor olmaları, o zaman bana biraz anlaşılmaz gelirdi. Bunu o konularda daha işin başında ve yeni olmamıza yorardım. Daha sonra yaptığım okumalardan uzaktan eğitim işinin, sadece bizde değil, bu konuda mesafe almış ülkeler de dâhil tüm dünyada, büyük kesim tarafından son model bilgisayarlar ve uzaktan bilgi alışverişini sağlayacak yazılımlara sahip olmak olarak algılandığı şikâyetlerinin yaygın olduğunu gördüm. Yani biz de insanlığın ortak tecrübesini tecrübe ediyorduk.

Kovid-19 salgını nedeniyle tüm eğitim sistemi uzaktan eğitime geçince uzaktan eğitimin sadece bir bilgisayar ve yazılım işi olmadığını, öğrenci, öğreten, veli ve yöneticiler olarak hepimiz daha yakından ve yeniden görme imkânı bulduk. Bu vesileyle uzaktan eğitime biraz daha yakından bakalım.

Uzak ve Yakın Olmak Eğitimde Niçin Farklılık Yaratır?

Coğrafyacıların mesafe yılgısı (distance decay) diye bir kavramları var. Kavram, mesafenin artmasının bireyler ve topluluklar arasında etkileşimde farklılaşma oluşturduğunu ifade eder. Bu etki olumlu da olabilir olumsuz da. “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur” olumsuz etkiyi, “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” de olumlu etkiyi ifade eden bu konuda birer özlü söz.

Uzaklık sadece fiziksel uzaklığı ifade etmez, aradaki zaman farkını da içerir. Şimdi olan bir şey ile beş yıl önce olmuş bir olayın bireyler üzerindeki etkisi aynı değildir. Bazı durumlarda etki artar, bazılarında ise azalır. Örneğin üzerinden zaman geçtikçe acıların etkisi azalır, fikirlerin yayılımı ve tesiri ise artar. Tarihsel olarak eskiye giden bazı olayların etkisi çok, bazılarının da az olur.

Sosyal mesafeye göre etkinin şiddeti de farklı farklı olur. Burada sosyal mesafeyi pandemi (salgın) döneminde galatı meşhur olarak kullanılan anlamında değil ilişki yoğunluğu olarak gerçek anlamında kullanıyoruz. Şehit toplumun şehididir ama ateş düştüğü ocağı daha çok yakar. Kişiler hakkında aleyhlerine olan görüşler, insanların yüzlerine konuşulandan daha fazla arkalarından konuşulur. Yakında ve yakın olana daha çok yakınlık hissedilir, uzakta ve öteki olan “kötü” vasıflara daha çok layık görülür. Bu boyutların hepsinin uzaktan eğitimde bir izdüşümü var.

Eğitimde Geleneksel ve E-Pedagoji

Eğitimde pedagojiyi kısaca kim tarafından, kime, neyi, nasıl ve ne zaman öğretmek gerektiğine dair strateji ve kurallar bütünü olarak tanımlayabiliriz. Hangi tür olursa olsun eğitimin çerçevesini pedagojik yaklaşım belirler. Her düzeyde uzaktan eğitim, sadece eğitimde mesafeyi ortadan kaldıran veya kullanılan eğitsel araçları farklılaştıran bir “teknik” ayrıntı değil, ilk cümledeki pedagojinin tanımında yer alan tüm boyutlarını farklılaştıran, içinde geliştiği diğer unsurlar da dikkate alındığında (eğitimin yaygınlaşması, yetişkin eğitimi, hayat boyu eğitim vb.) eğitimde şimdiye kadar hiç karşılaşılmamış tamamen yeni bir duruma işaret eder. Uzaktan eğitim sadece geleneksel eğitim içerikleri ve ölçme değerlendirme yöntemlerini değil eğitim felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisini de içerecek biçimde köklü bir değişim ihtiyacının kapıda olduğunu göstermektedir.

Pedagoji tanımında sayılan boyutlar (kim tarafından, kime, ne, ne zaman ve nasıl) uzaktan öğretimin avantaj, dezavantaj ve sorunlarını görmek için iyi bir çerçeve sunuyor. Kuşkusuz uzaktan eğitimin senkron, asenkron ve karma denilen birçok türü var ve her birinde bu boyutlar farklılaşabileceği için etkiler de değişik olur. İşin başında bunu, yani tek bir uzaktan öğretim biçimi olmadığını belirtmekte yarar var ama üzerinde genel ifadelerle durulabilecek kadar ortak yönleri de var bu eğitim yönteminin. Önce bu ortak noktalara değinelim.

Kim Öğretecek? Son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) öğrenci merkezli uygulamalar yapsa da geleneksel öğretim yöntemi öğretici merkezlidir. Otorite öğreticidedir. Öğretim kademesine bağlı olarak değişmekle birlikte öğreticinin bilgi ve tecrübe dışındaki özellikleri (kadın-erkek olması, ses tonu, yaklaşım tarzı, insan ilişkileri, dünya görüşü, unvanı vb.) de öğretim sürecinde etkili olur. Farkında olsun olmasın birçok öğrencinin öğrenme eğilimleri, özellikle erken yaşlardaki öğrenmelerde, büyük oranda öğreticinin bu özellikleri tarafından şekillendirilir. Öğretmenini çok seven öğrencide öğretmen olma ya da onun yönlendirdiği meslekleri yapma isteği oluşur. Yüz yüze öğrenmede öğreticinin yetenekleri, öğretim sürecinde daima başroldedir. Aynı mekânda öğretici-öğrenen arasında yüz yüze etkileşim vardır. Yüz yüze söylenenlerin ve canlı yaşananların öğrenme üzerinde derin ve kalıcı etkileri olur.

Uzaktan öğretim ise öğrenen merkezlidir. Yüz yüze ilişkinin sağladığı öğretici otoritesi büyük oranda ortadan kalkar. Bu otorite ile yüzleşmek istemeyen öğrenciler senkron yayınlarda kameralarını açmak istemezler. Uzaktan öğrenenler, genel olarak üzerinde bir öğretici gözetimini daha az kabullenme eğilimindedir. Yüz yüze öğretimde de bazı öğrenciler arka sıralara yerleşirler ama baskın hissiyat gözden uzak olmak değildir. Uzaktan öğretimde öğrenen öğreticiyle arasına daha fazla mesafe koyar.

Uzaktan öğretimde tüm öğretim materyali bilgisayarlara yüklendiği için öğrenen doğrudan bir insandan değil daha çok asenkron sistemlerde birebir makineden, senkron sistemlerde de makine (bilgisayar, cep telefonu vb.) aracılığı ile öğrenmektedir. Bu makineler, birer aracı olmanın ötesinde eğitimde temel öğrenme kaynağı haline gelmektedir. Beden dili, duygusal etkileşim, örtük öğrenme büyük oranda yok olmaktadır. İnsanoğlu bu tür bir değişimi ilk olarak kitaplardan öğrenmeye başladığında yaşamış, zamanla ona alışmış, hatta kitaplarla arasında bir ünsiyet oluşturmuşken uzaktan eğitimle birlikte makinelerin hem insan hem de kitapların yerini almaya başladığı yeni bir evreye geçilmiştir. Kuşkusuz buna da uyum sağlanacaktır.

Sonuçta, dersler bilgisayarlara kaydedildikten sonra öğreticinin öğretimdeki merkezî rolü ve otoritesi büyük oranda ortadan kalkmakta, öğretim sürecindeki rolü pasifleşmekte, öğretici, kitapla özdeşleşerek yarı-tarihsel bir konuma düşmektedir. Bu dezavantajlar yanında bu yeni sistemin öğrenen ile öğreticinin aynı zaman ve aynı mekânda olma zorunluluğunu ortadan kaldırması, bu veçhesiyle mesafe ve mekân engelleri olmadan dünyanın her yerindeki uzmanlardan eğitim alma imkânı yaratması önemli bir avantajdır.

Kime Öğretilecek? Yüz yüze eğitim ile uzaktan eğitimde öğrenen profili de değişmektedir. Uzaktan öğretim yaygınlaştığında yüz yüze eğitim alanların yanı sıra daha önce öğrenci olamayacak birçok kişi de öğrenci olabilme imkânı yakalamaktadır. Değişik gerekçelerle (engellilik, okul saatlerinde çalışmak durumunda olma, yoksulluk vb.) okul mekânlarına gelemeyecek durumda olan çok sayıda kişi de uzaktan öğretim sayesinde eğitim imkânı bulmakta, sonuçta birçok alanda yüz yüze eğitime göre uzaktan eğitim alanların hem sayısı artmakta hem de profili farklılaşmaktadır. Burada eğitim kademesine bağlı olarak uzaktan eğitimin yoksul kesimlere eğitim imkânı sunmada lehte olduğu kadar aleyhte de sonuçları olduğu gözlenmektedir. Yoksulluğun özellikle alt eğitim kademelerinde uzaktan eğitimde avantajdan çok dezavantaj getirdiği, hatta yüz yüze eğitim kadar zengin-yoksul öğrenciler arasındaki fırsat farkını kapatamadığı, çünkü okula gelemeyecek kadar yoksul olanların gerekli fiziksel altyapı ve destekleyici materyalden de yoksun olduğu, akranlarına göre daha çok çalışmak zorunda olmaları nedeniyle uygun boş zaman bulamadıkları durumlarda uzaktan eğitimin dezavantajlarının avantajlarını aştığı söylenebilir.

Profil farklılaşması öğrenenlerin hem nicelik hem de niteliğinde farklılaşma getirdiği için, yüz yüze eğitime göre okuma, anlama, çalışma imkân ve motivasyonları farklı kişilere aynı grup altında öğrenen statüsü kazandırmaktadır. Öğrenme altyapıları, öğrenmeye ayırabilecekleri zaman ve öğrenme motivasyonları birbirinden farklı bu heterojen gruplara sunulacak öğrenme imkânlarının doğal olarak yüz yüze öğrenmeden farklı olması gerekmektedir.

Ne Öğretilecek? Eğitim-öğretimde ne öğretileceğinin sınırlarını eğitim programı ile belirlenen kazanımlar ve ders materyalleri çizer. Görece en istikrarlı boyut burasıdır. Ancak öğrenen profili değişince ders içeriklerinin de değişmesi gündeme gelir. Sadece yüz yüze öğrenilebilen içerikler, kendiliğinden müfredatın dışına çıkar. Bu içeriklerin çoğu örtük bilgi ve örtük beceri transferi şeklinde olduğu için, uzaktan eğitimde neyin eksik kaldığının tespiti de hayli zor olur. Zira bilgi ve becerinin örtük olanı, yazıya dökülemeyen, kayıt altına alınamayan kısımlarıdır.

Her iki durumda da eğitim programına ve öğrenim kazanımlarına rağmen yüz yüze öğretimde ne öğretileceğini, büyük ölçüde öğreticinin bilgi, yetenek ve öğretime ayıracağı zaman belirler. Uzaktan öğretimde örtük bilgi ve beceri aktarımının sağlanamamasının bir eksiklik olmasına karşın yazılı, sesli ve görsel bilgi kaynakları çok daha geniş ve öğrenen için daha kontrol edilebilir durumdadır. Öğreticinin aktardıkları bilgi kaynaklarından sadece biridir. Öğrenen, müfredat içeriğini çok daha farklı ve zengin kaynaklardan zenginleştirebilir. Bu zengin öğrenme kaynaklarının varlığı, öğreticinin rol ve otoritesini daha da zayıflatabilir.

Öte yandan müfredata nelerin eklendiği ve çıkarıldığı uzaktan öğretimde kesin kayıtlıdır ve hem öğrenenlerin hem de kurumsal yönetimin gözetimi altındadır. Eğitim materyali ve faaliyeti olarak kayda giren olumlu veya olumsuz her şey kalıcı hale gelmekte, adeta ölümsüzleşmektedir. Bu durum, öğrenenlerin öğrenim stresini büyük ölçüde azaltırken, öğretenler için önemli bir risk ve kaygı gerekçesidir. Hem her içeriğin gözetim ve eleştiriye açık olması hem de her yıl aynı şekilde tekrarlanınca öğreticiye olan bağımlılığın azalması yüzünden öğreticilerin derslerin kayıt altına alınmasından çok mutlu olmadıkları gözlenmektedir. İyi bir ders kaydı, yıllarca kullanılabilir ders malzemesine dönüşebildiği için öğretim sürecinde öğreticilere ders verme amaçlı olan talebin azalmasına yol açmakta, buna karşılık öğreticiden sürekli güncelleme ve geliştirme yapması, daha fazla rehberlik hizmeti sunması, öncekilerle aynı olmayan yeni sınav soruları hazırlaması ve ilave öğretim etkinliklerine katılması beklentisi artmaktadır. Bu da açıkçası öğreticiler için öğretim faaliyetleri bağlamında konfor bozan bir durumdur. Üniversite hocaları için araştırmaya vakit kalması olayın olumlu yanı olarak görülebilir.

Ne Zaman Öğretilecek? Yüz yüze öğretimde öğrenim zamanı belirli aralıklara sıkıştırılmıştır. Uzaktan öğretimde ise derslere ulaşım zamanı olabildiğince esnektir. Öğrenen için uygun olan zamanlarda kaydedilen derslere ve diğer ders malzemelerine ulaşmak mümkündür. Açıkça uzaktan öğretim, öğrenmeyi kişiden kişiye farklılaşabilecek biçimde daha geniş zamana yaymaktadır. Bu bir yandan bizzat sorarak, tartışarak, akranlarının sorduklarından ve onlara verilen cevaplardan öğrenmeyi azaltması yönüyle olumsuz iken, öğrenen üzerindeki zaman baskısını azaltarak en uygun zamanda yeniden okuma, yeniden dinleme veya izleme şeklinde pekiştirme yoluyla daha iyi öğrenme imkânı sunmaktadır. Çünkü her öğrenenin ihtiyaç duyduğu öğrenme süresi ve uygun olduğu öğrenme zamanı aynı değildir. Yüz yüze öğrenimde belirlenen öğrenme zamanı herkese aynı düzeyde uygun olmayabilir. Öğrenen, öğrenme için belirlenen gün ve saatte isteksiz, uykusuz, üzgün veya yorgun olabilir. Aynı konuyu öğrenmek için bazılarına bir saat, bazılarına üç saatlik bir zaman gerekebilir. Hem hızlı hem de yavaş öğrenenler için uzaktan öğretim daha büyük fırsatlar sunar. Konuları bilenler zaman kaybetmeden sonrakilere geçer, altyapısı eksik olanlar eksiklerini tamamladıktan sonra tekrar derse dönerler.

Nasıl Öğretilecek? Yüz yüze öğrenme faaliyetini öğretici organize eder. Uzaktan öğretimde genel bir çerçeve olsa da öğrenmeyi öğrenenin kendisinin organize etmesi beklenir. Asıl dananın kuyruğunun koptuğu yerin öğrenmenin bu boyutunda olduğu söylenebilir. Çünkü öğrenenin öğretimi organize etmesi için her eğitim düzeyinde buna uygun bilişsel becerilere sahip olması gerekir. Neyi, nasıl öğrenmesi gerektiği konusunda yeterli hazırlık ve beceriye sahip olanlar için uzaktan öğretim çok iyi fırsatlar sunar. Ancak bu konuda eksikliği olanlar için süreç tam tersine işler, öğrenen yüz yüze eğitimden daha fazla rehberlik ihtiyacı duyar. Hem yüz yüze hem de uzaktan öğretimde, her bir öğrenenin öğrenme motivasyonu birbirinden farklıdır. Yüz yüze eğitimde bazı öğrenenler, öğreticinin tavsiyesine gerek kalmadan ön hazırlık yapar, ders malzemelerine ve yardımcı kaynaklara önceden göz atar, ders öncesi ve sonrasında her gün düzenli olarak çalışırken diğer bazıları sadece sınavdan sınava çalışır. Bu farklılıklara rağmen yüz yüze öğretimde derslere devam etme ve derslerde günü gününe aktif katılım mecburiyetleri getirilerek öğrenmenin zamana yayılması ve hızlı hatırlanıp hemen unutulmasının önüne geçilmeye, öğrenmenin kalıcı olması sağlanmaya çalışılır.

Sayının çokluğu ve nitelik farklılaşması nedeniyle uzaktan öğretimde rehberlik hizmetleri çok daha kritik hale gelir. Akran öğrenmesi de olmayınca öğretim düzeyine hazırlıklı olmayanlar diğerlerinden daha çok geride kalır, diğerleri ile aradaki öğrenme mesafesi açılır. İyi öğrenen öğreticinin önüne geçer, zayıf öğrenci debelenir, yol bulamaz, umudu kırılır ve hızla öğrenim sürecinin dışına çıkar.

Sonuç olarak, uzaktan öğretimin öğrenme becerileri iyi gelişmiş, zaman yönetimini iyi yapan, kendi kendisini iyi motive eden öğrenenler lehine imkânlar sunduğunu, bu özelliklere sahip bireylerin her toplumda çoğunluğu oluşturmadığını, bu nedenle de geri kalanlar için tedbir alınmaması durumunda her bir kademe için ortalama öğrenmenin hem kapsam hem de derinlik olarak gerileme riskinin daha yüksek olduğunu söylemek çok yanlış olmaz.

Önümüzde Bekleyen Temel Sorun Alanları

Uzaktan öğretim ile yüz yüze öğretimin imkân ve gereklerinin farklılaşması, öğrenim kazanımlarını farklılaştırdığı için her ikisinin hem avantaj hem de dezavantajlar içerdiği gayet açık. Her öğrenim kademesi ve bu kademelerdeki farklı profiller için de sonuçlar ayrıca farklılaşır. Tüm öğrenenler ve tüm eğitim kademeleri için tek tip sonuçlardan bahsedilemez. Örneğin uzaktan öğretim hem çalışıp hem de okumak durumunda olan birisi için büyük fırsatlar sunarken, ancak akran motivasyonu ile öğrenen birisi için eğitimin dışına düşmeye yol açabilir. İlköğretimde tutum kazandırma ve davranış öğretme ağırlıklı eğitimde yüz yüze eğitim tartışmasız üstünlük taşırken, lisansüstü eğitimde farklı mekânlarda bulunanlara büyük zaman ve emek kazandıran maddi harcamalardan (ulaşım, barınma vb.) tasarruf imkânı sunduğu için uzaktan öğretim çok verimli bir eğitime dönüşebilir. Bu eğitim kademesi ve kişisel duruma göre farklılaşmalara rağmen genel sorun alanlarını birkaç başlıkta toplamak mümkündür.

Öğrenme Motivasyonu. Çalışmanın kendisinin insanlar için zevkli olmasına rağmen (öyle denir çoğu zaman) karşılığında ücret alınmayan işlerden alınan zevkin çok düşük olması gibi, öğrenmenin bizzat kendisinin değerli olmasından daha çok öğrenmiş olmanın belgelenmesinin sağlayacağı avantajlar öğrenen için çok daha önemlidir. Yani yaygın öğrenmede “öğrenilenin ne işe yaracağı” bizzat öğrenmenin verdiği hazzın çok üstünde anlam kazanır ve diploma merkezlilik ortaya çıkar. Bu durumda sırf diploma, sertifika veya statü elde etmek için öğrenme öne çıkmaya başlar. Hedef diploma olunca da öğrenme sürecinin rahatlığı, kısalığı ve eğlenceli olması ana kriter haline gelir. Öğrenen için öğrenme zamanı ne kadar kısa olursa o kadar iyidir. Daha kısa zamanda daha az emek ve çaba sarf ederek diploma almak varken uzun ve çileli yolu kimse tercih etmez. Bu yüzden tüm dünyada uzaktan öğretimde kopya eğilimi yüksek olur. Motivasyon bizatihi öğrenmiş olmaktan belge sahibi olmaya hızla kaymaktadır.

Yeni Teknolojilere Aşinalık. Yeni grup öğrenenler eskilerden çok farklı. Genç olan öğrenenler onlara göre yaşlı olan öğreticilere göre teknolojik yeniliklere daha fazla aşina olduğu için yeni teknolojilerin optimum kullanımında öğreticiler öğrenenlerin daha gerisinde bulunuyor. Ders içerikleri için de aynı şeyi söylemek mümkün. Bu yüzden teknoloji kullanımı merkezli öğrenim süreçlerinde görece yaşlı öğreticiler daha fazla desteğe muhtaç. Bunu itiraf etme yerine yeni teknolojilere meydan okumaya başlamaları tüm süreci sabote etmekte, sistemin güncellenmesini tehir etmektedir. Bu riski iyi yönetmek gerekir.

Müfredat İçeriklerinin Değeri. Geleneksel dönemde eğitim kademeleri ve uzmanlaşma alanlarının değişimi genelde bir neslin ömründen uzun süreye yayıldığı için başta üniversite olmak üzere her bir kademedeki eğitimi alanların gelecekte yapabilecekleri işler ve onlar için gerekli bilgi ve beceriler daha netti. Bu da öğrenenler için öğrenim içeriklerine odaklanmayı sağlayan önemli bir motivasyon unsuruydu. Eşiğinde olduğumuz yeni dönemde ise üniversite düzeyinde çok az eğitim alanı hariç (tıp, eczacılık, hemşirelik ve diş hekimliği gibi) hiç kimse üniversite sonrası hangi işi yapacağından tam emin değil, en azından eskisi kadar emin değil. O yüzden bu yeni öğrenen kitle gözünde müfredatla belirlenen öğrenim içeriklerinin değeri eskiye göre çok düşük. O içerikleri öğrenmek için harcamayı düşündükleri emek ve zaman da doğal olarak daha az. Bunu yeterince dikkate almadan müfredat hazırlamak işleri zora sokuyor. Öğrenenler önlerine konan her müfredata öncelikle “ne işime yarayacak” gözüyle sorgulayıcı bir gözle bakıyorlar.

Yetenek Farklılıkları. Eğitimin her kademesinde kitleselleşme yaşandığı için her geçen gün öğrenen kitlesi heterojenleşmektedir. Demokratikleşme ve eşitlik kültürünün yaygınlaşması bağlamında olumlu olan bu durum, eğitimde öğrenenler arasında yetenek farklarının giderek daha da açılmasına yol açmaktadır. Eğitimde her bir kademe için öngörülen asgari yeterlilikleri, hedef kitlenin üst yetenek grubuna göre tanımlamak gerçekçi olmadığı için, eşik değerler sürekli düşmektedir. Bu durumun çalışkan öğrenenler üzerindeki olumsuz etkisinden de (düzeyden dolayı öğrenilen bilginin azalması ve ilginin düşmesi, bu kesimin tam kapasite kullanmaktan uzaklaşması ve gerek üst beceri grubundakilerin gerekse tüm öğrenenlerin ortalama öğrenim verimlerinin düşmesi vb.) bahsedilebilir. Yani dersleri çalışkanlara göre değil hayta gruba göre planlamazsanız verim daha da düşüyor, okul terk oranları yükseliyor. Kapsamı genişleterek eğitimi daha alt yetenek gruplarına açmanın doğal sonucu bu.

Ayrıca her türlü bilgiye gerektiğinde hızla ulaşmak mümkün olduğu için yeni öğrenenler eskiler kadar hafızaya bilgi kaydetmeye, sistematik ve detaylı okumaya, meramını güzel yazı ile ifade etmeye daha az eğilimliler. Dilin detaylarında saklı olan bilgilerden yoksun kalmayı büyük bir risk olarak görmüyorlar.

Ölçme Sorunları. Yüz yüze öğretimde müfredatta yer alan bilgi ve becerilerin öğrenene ne kadar kazandırıldığını ölçmek uzaktan öğretime göre daha kolay. Uzaktan öğretimin en büyük dezavantajı, öğrenenlerin amaçlanan yetkinlikleri kazanıp kazanmadıklarını ölçmenin çok zor olmasıdır. Bu ölçme sorunu her bir eğitim kademesine göre farklılaşabilir. Ama tüm kademelerde bilinen ve yaygın kullanılan yöntemler yüz yüze eğitim odaklı. Uzaktan eğitim öğrenimi zamana yaydığı için yetkinliklerin de zamana yayılı biçimde ölçülmesinin mümkün olduğu bireyselleştirilmiş sınavlara daha çok düşecek gibi görünüyor. Bu konu ülkemiz açısından özellikle zor bir konu. Zira aynı kitleye aynı soruların aynı zamanda sorulduğu merkezî sınavların yaygın bir meşruiyeti var. Bunu yeteneğe göre farklılaşan bireyselleştirilmiş sınavlara dönüştürmek sadece teknik bir olmayıp, yargı mercileri dâhil kamuoyunun bu konuya olumlu bakmasının zemini için de zamana ihtiyaç var gibi görünüyor.

Eğitim ortamının karşı karşıya kaldığı bu yeni meydan okumaların hem yüz yüze hem de uzaktan öğretimde yeni bir pedagojiye ihtiyaç hissettirdiği söylenebilir. Çünkü eğitim içerikleri, öğreticilerin nitelikleri, öğrenenler ve öğrenme zamanı ve öğrenme-öğretme yöntemlerinde büyük değişimlerin olduğu bir dönemde geleneksel pedagojilerle sınırları çizilmiş öğretimle devam etmek biraz sorunlu görünüyor.

Uzaktan eğitimin yaygınlaşmasıyla, diplomayı kolay almaya, derin düşünmemeye, akademik standartları aşağı çekmeye, eğitimde sorumluluk duygusunun gelişmemesine, kolaycılığa ve yaygın intihallere ve sonuçta düşük eğitim performansına yol açacağı kaygıları daha çok egemen. Bu düşük performansın bir kısmının öğrenenlerin yetenek farklarından gelse de önemli bir kısmının uzaktan öğrenmenin sonucu olduğu söylenebilir. Ayrıca geleceğin dünyasında bilgi, statü ve unvanların sosyoekonomik hayat içindeki rolü şimdikinden farklı olacağı için, bilginin üretim ve yeni nesillere aktarım kurallarının da farklı olacağı tahmin edilebilir.

Artık Eskisi Gibi Olmayacaksa Nasıl Olacak?

Burada şöyle bir paradoks ile karşı karşıyayız. E-Pedagojiyi kavramsallaştırması beklenen teorisyenler, yeni nesil teknoloji odaklı ve uzaktan destekli öğrenme ihtiyacını fark etseler de yetişme tarzları itibarıyla geleneksel kodlara gömülü durumdalar. Bu yüzden önerilerinin geleneksel pedagojinin üstünlüklerini yeni döneme taşıma eğilimli olması kaçınılmaz. Yani yeni duruma uygun pedagoji geliştirmesi beklenenler aslında “eski kafalı”. Bu durumda yepyeni bir e-pedagoji yerine daha çok geleneksel pedagojinin üstünlüğü varsayımı ile yeniliklerin mevcut öğretim sistemine entegrasyonunu sağlayacak yöntemler öneriliyor.

Üç nedenle eskisi gibi olmayacak. Birincisi, eğitim tabana yayıldığı için bireylere ayrıcalıklı konum kazandırma, dolayısıyla onu elde etme motivasyonu eskisi gibi olmayacak. Herkes diploma alırsa az kişinin diploma aldığından farklı bir durum ortaya çıkar. Bu durumda motivasyon bakımından diploma alırsam önümde kırmızı halılar serilecek beklentisi ile ondan iyi not ya da aferin almak için öğreticinin ağzının içine bakan, dizinin dibinde oturan o eski öğrenciler geri gelmeyecek.

İkincisi, sadece belirli bir zamana sıkıştırılmış devam mecburiyeti ile desteklenen yüz yüze ile sınırlı ders verme de geri gelmeyecek. Derste anlatılanı dinleyip anlamaksa maksat, sonra dinleyen ile önce dinleyen arasında büyük farklar oluştuğunu ispat etmek ve buna kişileri ikna etmek artık pek mümkün görünmüyor.

Üçüncüsü, hızla değişen ve çoğalan bilginin güncelliğini yapay zekâ desteği ile büyük verileri kullanıp, derin öğrenme yapmadan korumak da mümkün değil. O, her şeyi bilen büyük hocalar tarihte kaldı. Bugünün ne olduğuna dair bilginin verisi, evvelki güne bile aitse demode olacak bir dünyaya doğru gidiyoruz.

Bu yüzden öğretici merkezli bir bilgilenme dönemine ait pedagojik ilkeler, pedagoji kitaplarını ancak o ilkelerle yetişmeyenler yazınca tam değişecek gibi görünüyor. Gelecek farklı olacak ve bu geleceği hızla yakalayamayanlar “off, yine kaçırdık” demeye mahkûm. Kesin mi? Değil. Sadece bana öyle geliyor! Bu arada iyi haber: Öğrenme eksikliklerinin sorumluluğu bu yeni dönemde öğreticilere fatura edilemeyecek. Bilmem bu durum eğitim camiasını ne kadar teselli eder!

Ömer Demir
+ diğer makaleler

ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.