Bir Fikir ve Aksiyon Adamı Olarak Mehmet Akif Ersoy

Akif Çarkçı –

Mehmet Akif Ersoy (20 Aralık 1873-27 Aralık 1936) denilince aklımıza gelen ilk esaslı kavram istiklaldir. İstiklal, kelime kökeni itibarıyla Arapçadan dilimize geçmiş olup, bağımsızlık anlamına gelmektedir.  İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy, istiklal kavramı ile öylesine özdeşleşmiştir ki, bağımsızlık ya da istiklal denilince zihnimizde oluşan ilk karşılık Mehmet Akif ve İstiklal Marşıdır. İstiklal Marşının kabul edilişinin 100.yılı münasebetiyle, TBMM’nin aldığı bir kararla, 2020 yılı İstiklal Marşı Yılı olarak ilan edildi. Bu kapsamda ülkemizde Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı temalı bir dizi etkinlik gerçekleştirilecek. Kamu kurumları, STK’lar, üniversiteler ve pek çok kuruluş Mehmet Akif’in yaşamını, düşünce hayatını, eserlerini inceleyen çeşitli faaliyetler yürütecekler. Bu faaliyetler yürütülürken gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta Mehmet Akif Ersoy’un çok yönlü kişiliğidir.

Mehmet Akif, büyük bir şair olmakla birlikte aynı zamanda büyük bir dava ve aksiyon insanıdır. Bu iki önemli özelliğe ek olarak Mehmet Akif iyi bir edebiyatçı, hem âlim hem entelektüel kimliği ile öne çıkmış bir mütefekkir ve bir ahlak adamıdır. Ayrıca Akif, veteriner hekim, vaiz, şair, öğretmen, sporcu, hafız, mütercim, milletvekili gibi çeşitli formasyonları üzerinde barındırmayı başarmış bir kişiliktir.

Osmanlının son dönemine ve Cumhuriyetin ilk yıllarına şahitlik eden Akif, temelde bir Osmanlı münevveri ve bir meşrutiyet aydınıdır. Literatürde ilk kuşak İslamcılar arasında sayılan Mehmet Akif, ikinci kuşak İslamcıların bazı özelliklerini de taşıyan sıra dışı bir düşünce adamıdır. Birinci kuşak İslamcı aydınlar daha çok medrese eğitimi kökenli iken ikinci kuşak İslamcılar daha çok modern eğitim kurumlarından yetişmiş, Batıda tahsil görmüş kimselerdir.

Mehmet Akif babasının ilmî kimliğinin sağladığı imkânlar vasıtasıyla hem medrese tipi eğitimden hem de Tanzimat-Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan modern eğitim kurumlarından yetişmiştir. Babası İpekli Tahir Efendi Fatih Medresesi müderrisliğine kadar yükselmiş, padişahın meşhur huzur derslerine katılmış bir zattır. Mehmet Akif babasından Arapça ve Farsça dersleri almış, İslami ilimler noktasında ilk eğitimini babasının çevresindeki medrese ulemasından tahsil etmiştir. Rüştiye mektebinden sonra Mülkiye Mektebi’ne üç yıl kadar devam eden Akif babasının vefatı üzerine bu okulu yarıda bırakmış, Halkalı Baytar Mektebi’nden birincilikle mezun olarak dönemin en önemli pozitif bilimler okullarından birisi olan veterinerlik mektebinde eğitim hayatını tamamlamıştır. Nihai kertede Mehmet Akif’in yetiştiği sosyal çevrenin özelliklerine bakacak olursak Akif’i yetiştiren üç önemli unsurun ev, mahalle ve mektep olduğunu görürüz. Arkadaşı Mithat Cemal’in yerinde benzetmesiyle Mehmet Akif “Kur’an’lı bir ev”, “pehlivanlı bir mahalle” ve “rasathaneli bir mektepte” yetişmiştir. İslami bir hayatın yaşandığı, annenin son derece dindar, babanın da bir o kadar dindar ve âlim olduğu bir ev, Kıyıcı Osman Pehlivan’dan güreş dersleri alınan, yüzme, at binme ve sair sporlara ilgi duyulan bir mahalle ve nebatat laboratuvarı, kimya tahlilhaneleri bulunan bir mektep Mehmet Akif’i hem beden hem akıl hem de maneviyat yönünden yetiştiren amiller olarak öne çıkmaktadır. 

Mehmet Akif hem geleneksel eğitim kurumlarından birisi olan medrese sisteminden hem de Tanzimat-Meşrutiyet dönemlerinin ürünü olan modern eğitim kurumlarından yetişmiş, beslenmiş bir şahsiyettir. Ayrıca Mehmet Akif ve yaşıtları, aslında İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş döneminde çok köklü ve büyük değişimlere şahitlik etmiş bir ara kuşak özelliği de taşımaktadırlar. 

Mehmet Akif’in çok yönlü kişiliğinin en belirgin iki damarından birisi edebiyatçı-şair-fikir adamı üçlüsünden müteşekkil aydın kimliği, ikincisi ise aksiyon ve harekete dayalı dava insanı kimliğidir. Mehmet Akif gerek Osmanlı’nın son döneminde gerekse Millî Mücadele döneminde üstlendiği kritik görevlerle sadece bir fikir adamı olarak değil aynı zamanda bir aksiyon adamı olarak da tebarüz etmiştir. Türk düşünce tarihinde bu iki vasfı da üzerinde taşıyan insan sayısı sınırlıdır. Mehmet Akif’i dönemin diğer münevverlerinden farklı kılan en önemli özellik bu olsa gerektir. Akif bu yönüyle yazdığını yaşayan, yaşadığını yazan bir mütefekkir ve dava adamıdır.

Osmanlı-Cumhuriyet dönemi İslamcıları arasında şair, yazar, vaiz, edebiyatçı kimliği ile öne çıkan Akif, hayatının bir diğer cephesinde devlet ve milletin âli menfaatleri için çeşitli coğrafyalarda aktif görevler üstlenmiş bir aksiyon insanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela Balkan Harbinde yaşanan yenilgiden Osmanlı Müslümanlarının ders çıkarması gerektiğini vurgulayan ve bu konuda yoğun bir çaba sarf eden Mehmet Akif, daha bu gayesine ulaşamadan patlak veren I. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin aynı akıbete uğramaması için elinden gelen çabayı göstermiştir. Bu kapsamda Osmanlı Devletinin o dönemde müttefiki olan Almanya’ya dahi giderek milletine ve devletine hizmet etmekten geri durmamıştır. Alman İmparatoru II. Wilhelm, I. Dünya Savaşı cephelerinde Alman orduları karşısında savaşan Müslüman askerlerin İngilizlerden ve Fransızlardan daha gayretli bir şekilde savaştıklarını öğrenince ele geçen Müslüman askerlere Almanya ve Osmanlı Devletine karşı savaşmamaları konusunda dinî telkinlerde bulunabilecek yeterlilikte kişilerin Almanya’ya gönderilmesini Osmanlı Devletinden talep eder.  Enver Paşa bu işi üstlenebilecek iki isim üzerinde karar kılar. Bu kişilerden birisi Mehmet Akif, diğeri de Şeyh Salih El-Tunusi’dir. Mehmet Akif kendisine verilen bu görevi bir vatan ve din meselesi olarak telakki ederek Almanya’ya gitmiştir. Mehmet Akif bu seyahatte esir Müslümanların hangi sebeplerden ötürü İngiliz ve Fransız saflarında savaştıklarını öğrendikçe esasında sorunun temel nedeninin cehalet olduğunu açıkça görmüştür. Almanlar Mehmet Akif’i ve El Tunusi’yi bizzat cephelere de götürerek onların Müslüman askerlere hitaben yaptıkları konuşmaları megafonlarla dinletince düşman saflarında yer alan pek çok Müslüman askerin iltica ettikleri görülmüş, bunun üzerine de İngilizler ve Fransızlar Müslüman askerleri cephe önlerinden arka saflara kaydırmışlardır. Bunun dışında Mehmet Akif’in Arapça olarak hazırladığı bildiriler uçaklarla Fransız ordusunun Müslüman askerlerinin bulunduğu yerlere atılarak önemli bir propaganda faaliyeti de yürütülmüştür.

Mehmet Akif, Almanya seyahatinden döndükten sonra 1915 yılının Mayıs ayında Teşkilâtı Mahsusanın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in idaresindeki bir grupla dört buçuk ay sürecek olan Arabistan’ın Necid bölgesine bir seyahate katılmıştır. Bu seyahatin esas amacı bir şekilde İngilizlerle anlaşan Şerif Hüseyin’in isyan hazırlığına karşı Osmanlı devleti ve millet adına gerekli tedbirleri almaktı. Mehmet Akif bu seyahatin hatırası olarak da Necid Çöllerinden Medineye şiirini kaleme almıştır.

Mehmet Akif, II. Meşrutiyet’in ilanından yaklaşık dört gün sonra Kandilli Rasathanesi Müdürü Fatin Hoca’nın vesilesiyle İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmıştır. Mehmet Akif Cemiyete üye olunurken yapılması şart koşulan yemine kendi ilkeleri çerçevesinde karşı çıkmış ve “Cemiyetin bütün emirlerine bilâ kaydü şart itaat” ibaresini reddederek, cemiyetin doğru olmadığına inandığı emirlerine itaat etmeyeceğini açık şekilde belirtmiştir. Böylece Cemiyet üyeliğini körü körüne kabul etmediğini açıkça ortaya koymuştur. Şerh konulan şartlı yemin sonrasında Mehmet Akif artık bir ittihatçı olarak siyasal faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır. Ancak Mehmet Akif’in siyasal faaliyetleri bir fırkanın tarafı veya fanatiği olmaktan daha çok Osmanlı halkının, daha özel planda Müslümanların uyarılması ve yaşanan çöküş karşısında birlik olarak yeniden güçlü ve yetkin bir toplum ve devletin ortaya çıkmasını sağlamak adına yürütülen faaliyetlerdir. Bu anlayışın bir sonucu olarak yeri geldiğinde İttihat ve Terakki Cemiyeti kulüplerinde Arapça dersleri dahi vermiştir.

Mehmet Akif, Balkan Harbi sonrasında bu savaşta Müslüman halkın yaşadığı zulmü ve ıstırabı sık dile getirerek Müslüman halkın bu yıkımdan ders almasını canı gönülden arzulamaktaydı. Bu arzunun bir sonucu olarak Balkan Harbi sırasında halkı uyandırmak ve orduya yardım sağlamak amacıyla kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyetinin İrşad Heyeti üyesi olarak muhtelif camilerde vaazlar vermiş ve bu vaazları da daha sonra gazetelerde halka ilan edilmişti. Mehmet Akif’in bu kapsamda verdiği vaazlardan birisi “Irkçılığı, Particiliği Bırak: Savaş Var! Düşman Beş Saatlik Mesafede…” başlığını taşımaktaydı ki, bu oldukça dikkat çekicidir. Çünkü Balkan Harbi yenilgisinin en önemli nedeni olarak kabul edilen fırkacılık mücadelesi bir fırkaya taraf olan veya olmayan herkes tarafından kabul edilen tarihî bir hakikatti. Bu nedenle de Mehmet Akif birlik ve beraberliğin önemini vurgulayan böyle bir vaaz vermiştir. Bu vaazda “İslam’ın tayin etmiş olduğu ibâdât ile ahkâm, fertler arasında ittihadı temin içindir. Böyle iken maalesef görüyoruz ki: Müslümanlar kadar tefrika içinde kalmış; teşettüt içinde bunalmış bir millet yok!” diyerek öncelikle sorunu tespit ederek birlik ve beraberliğin sağlanmasının önemi üzerinde durmuştur. Bu noktada Mehmet Akif, İttihat ve Terakkinin aktif bir üyesi olarak değil vatanını, milletini, devletini seven bir aydın olarak hareket etmiş, kısır parti çekişmelerine taraf olmamış, daima birleştirici olmuş; şiir, yazı ve vaazlarında birlik fikrini ısrarla işlemiştir.  Mehmet Akif, İttihat ve Terakki Cemiyetinin üyesi olmasına rağmen özellikle Balkan Harbi’nden sonra Cemiyette ağırlık kazanan milliyetçilik düşüncesine sık itiraz ederek bu konuda Cemiyetin fikirlerini benimsemediğini ortaya koymuş ve arada din bağı olmadan yaşayamayacağımızı dile getirmiştir.

Mehmet Akif’in aksiyon insanı boyutunun en önemli cephesini ise Millî Mücadele döneminde gösterdiği yararlılıklar oluşturmaktadır. Akif burada da bir fikir ve aksiyon adamı olarak Anadoluyu karış karış dolaşmış, ülkenin düşman işgalinden kurtulması için canla başla mücadele etmiştir. Akif’in bu dönemi aynı zamanda ilk meclise Burdur Mebusu olarak seçilmesiyle aynı döneme denk gelmektedir. Aktif şekilde milli mücadelede rol alan ve Kuvay-ı Milliye’nin Anadolu’daki faaliyetlerine iştirak eden Mehmet Akif, İstanbul İngilizler tarafından işgal edilip Meclis-i Mebusan dağıtılınca Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele sürecinde ulemaya ve udebaya duyduğu ihtiyaç üzerine Ankara’ya davet edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de yayınladığı bir bildiri ile olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara’da toplanmasının ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara’ya gelebileceklerin de bu meclise katılmalarının gerekli olduğunu bildirmiştir. Son Osmanlı Meclis-i Mebusan üyelerinden bazıları Ankara’da açılacak meclise katılmak üzere İstanbul’dan ayrılmıştır. Bu süreçte Mehmet Akif’in millî mücadeleye katılma ve Ankara’ya gitme düşüncesinin fiiliyata geçmesinde Mustafa Kemal Paşa’nın bir girişimi etkili olmuştur. Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa tarafından 8 Nisan 1920 günü İstanbul Heyet-i Merkeziye Teşkilatı’ndan Zafer Bey’e hitaben yazılan bir şifre telgrafın 10’uncu ve son maddesinde, “Burada ulemaya ihtiyaç vardır. Ali Bey’le görüşülerek Hoca Fatin, Şair Mehmet Akif Efendilerin ve sair tensip edileceklerin sür’at-i sevkleri” talimatıyla Mehmet Akif Ankara’ya çağrılmıştır.

Ankara Hükümetini ve Millî Mücadeleyi desteklemesi nedeniyle, İstanbul Hükümeti tarafından Darü’l-Hikmet’ül-İslamiye’deki görevine son verilen Mehmet Akif, Ankara’ya gelişinin ardından, yaklaşık 35-40 günlük bir süre içerisinde Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Antalya gibi yerleşim yerlerini dolaşmış, şehirlerin ileri gelenleriyle görüşmüş, Kuvay-ı Milliyecilerle temas kurmuş, vaaz ve konuşmalarla halka ulaşmaya çalışmıştır.

Büyük Millet Meclisinde nadir olarak söz alan ya da kürsüye çıkan Mehmet Akif’in daha ziyade halkı aydınlatarak Milli Mücadeleye maddi ve manevi desteklerini sağlamak için çeşitli merkezlere gittiği görülmektedir. Eskişehir, vekili olduğu Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya bu kapsamda zikredilebilecek yerlerdir. Bunlardan başka Mehmet Akif, Burdur Mebusu olduğu dönemde Çankırı ve Kastamonu’ya da ziyaretlerde bulunmuş, Meclis tarafından resmi olarak bir buçuk ay izinli sayılan Mehmet Akif, Çankırı’da bulunduğu günlerde Çankırı Müdafaa-ı Hukuk Teşkilatı ve Çankırı Gençler Mahfeli ile temasa geçmiş ve bu cemiyetlerin yaptığı çalışmalarla ilgilenmiştir. 15 Ekim 1920 Cuma günü, Büyük Cami olarak bilinen Çankırı’nın en büyük camisinde, Ulu Camide bir vaaz vererek, ibadetler için özgür olmak gerektiğini, hürriyet olmadan yapılan ibadetlerin kabul olunmayacağını, kâfirin işgali altında olan halifenin de esir durumda olması münasebetiyle gerçek anlamda halife olamayacağını, Yunanlılara karşı cihat bayrağını açan Mustafa Kemal’in etrafında toplanılması gerektiğini vurgulamıştır.

Mehmet Akif, Çankırı’daki faaliyetlerinden sonra 19 Ekim 1920’de Kastamonu’ya geçmiş, İnebolu ve Kastamonu’da pek çok yerde milli mücadeleyi destekleyen görüşme, konuşma, yayın ve toplantılar yapmıştır. Mehmet Akif halkla ve şehrin aydınlarıyla münasebetler kurmuştur. Sebilürreşad Dergisinin üç sayısı Kastamonu’da çıkmış Mehmet Akif Kastamonu’da tefrika edilen dergileri halka dağıtmıştır. Buradaki ilk konuşmasını ise 19 Kasım 1920 günü Nasrullah Camiinde yapmıştır.

Görüldüğü gibi Mehmet Akif hayatı boyunca inandığı dava uğruna sadece fikren mücadele etmemiş bizzat cemiyet hayatının içine katılarak gerek Osmanlı’nın dağılma döneminde gerekse Millî  Mücadele döneminde devletin ve milletin kendisine tevdii ettiği görevleri yerine getirerek bir hareket ve aksiyon insanı olduğunu tescillemiştir. Sebilürreşad Dergisinin başyazarı sıfatıyla kaleme aldığı makaleler, Safahat isimli meşhur şiir kitabında karşımıza çıkan şiirler, çeşitli yazarlardan yaptığı tercümeler Akif’in fikir dünyasını ortaya koyarken, Teşkilat-ı Mahsusa bünyesindeki çalışmaları, Burdur Mebusu sıfatıyla Büyük Millet Meclisi ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Millî Mücadeleye verdiği açık destekler de Akif’in aksiyon boyutunu öne çıkaran faaliyetleridir. İşte buradan hareketle Mehmet Akif’in hayatına bu iki ana perspektiften bakmalı, Akif’i sadece bir Safahat şairi ya da İstiklal Marşı Şairi olarak değil aynı zamanda istiklal uğruna mücadele eden bir aksiyon adamı olarak değerlendirmek zorundayız. Bu iki boyuttan birisi eksik bırakıldığında Akif’i anlamak güçleşecek ve Akif’in düşünce dünyasına nüfuz etmek zorlaşacaktır. Din, vatan, istiklal, namus, ilim, fen, terakki, toplum, millet, ümmet gibi kavramları düşüncesinin merkezine alan Akif’in çeşitli yönlerini öne çıkararak bazı yönlerini örtbas etmek, Mehmet Akif’e yapılan en büyük haksızlık olacaktır. Mehmet Akif hem bir İslam şairi, hem bir vatan şairi, hem de istiklal uğruna mücadele etmiş aksiyon insanı olarak sadece kendi döneminde değil kendisinden sonra gelecek kuşaklar üzerinde de derin etkiler bırakmış bir mütefekkirdir.

İstiklal Marşı yılı olarak ilan edilen 2021 yılında yürütülecek etkinliklerde Akif’in edebî ve fikrî şahsiyeti yanında, ideolojik ve siyasal kimliği de masaya yatırılmalı, bir aksiyon ve dava insanı boyutu da inceleme konusu edilmelidir. Akif’in edebiyatçılığı yanında önemli olan diğer yönü siyasal duruşu ve ideolojik yönelimleridir. İslamcılık, milliyetçilik gibi parantezler etrafında hayatı ve düşünce dünyası masaya yatırılan Mehmet Akif daha derinlikli araştırmalarla ve daha derinlikli faaliyetlerle anlaşılmaya çalışılmalı, Akif’in hayatı ve faaliyetleri törensel ritüellerden kurtarılmalıdır.

Akif Çarkçı
+ diğer makaleler

1977 yılında Ordu’da doğdu. Doktora çalışmasını Sabahattin Zaim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler bölümünde tamamladı. Özel sektörde otomotiv, eğitim, yayıncılık ve danışmanlık gibi alanlarda çalıştı. Kamu sektöründe ise belediye, bakanlık ve üniversite gibi kurumlarda danışmanlık ve yöneticilik yaptı. Halen ulusal bir gazetede köşe yazarlığı yapan Çarkçı, Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olup yayınlanmış 9 kitabı vardır. İngilizce bilir, evli ve iki çocuk babasıdır.