SAAT ON İKİDİR, SÖNDÜ LAMBALAR
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu –
16 Kasım 2021 tarihinde Türkiye’nin düşün dünyasından çok önemli bir sima ebediyete göçerek “bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı” bıraktı içimizde.
“Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine/ Akşamları gelir incir kuşları” diyen Sezai Karakoç’un temennisi, bir akşam üzeri vakti ölüm haberinin gelmesi ile belki de gerçek oldu.
Türkiye’de okuryazar olan neredeyse herkesin bildiği Mona Roza şiirini literatürümüze kazandıran Sezai Karakoç, Türkiye İslamcılığına uzaktan ya da yakından entelektüel ilgi duyan herkesçe tanınan bir şair ve mütefekkir olarak aramızdan ayrıldı.
Bu yazıda, Karakoç’un diğer eserlerin yanında Diriliş dergisine ve Diriliş dergisinin yayınlandığı dönem açısından önemine değinilerek kısa bir değerlendirme yapılacaktır.
Diriliş kavramı Sezai Karakoç’ta bütüncül bir uyanışı, siyasetten ekonomiye, sanattan edebiyata, ahlaktan felsefeye kadar tüm alanlarda gerçekleşmesi beklenen bir silkinme halini betimleyen İslami bir medeniyet kurma çabasıdır. Bu İslami medeniyet tasavvuru, coğrafi bölünmelerden aridir. Gök medeniyeti olarak tanımladığı; bölge, renk ve ırk üstü bir kucaklaşmadır bu. O nedenle yalnızca yerele özel tasarlanmış bir ideal değildir. Aydın ve Duran’ın “İslam’ın yeniden uluslararasılaştırılması” (2015: 311) olarak tanımladıkları bu çaba, Arnold Tonybee’nin kolonyalizm sonrası medeniyetçi tutumundan etkilenmektedir.
Karakoç’ta gözlenen Gemeinschaft düşüncesi, Batı eleştirisi içermekle birlikte, İsmet Özel gibi kimilerince de Batı standartları üzerinden bir yargı ve tasavvur alanı kurduğu iddiasıyla fazla “Batılı” bulunmaktadır. Karakoç aslında yalnız başına maddeci bir bakış açısının yetersizliğine inanarak ve gerçek dünyanın gerekliliklerinden kopmadan, Allah inancını merkeze alan, kendi çabasını büyütmeden, tevazu içinde bir özgürleşme manifestosu kurgulamaktadır. Bu bağlamda, Karakoç erdem devletine vurgu yapar; zihniyetten bağımsız bir gelişme ve özgürleşme düşünmez. Sonradan kurduğu Yüce Diriliş Partisinin programında da vurguladığı gibi Karakoç’un demokrasi ve insan hakları ile uyumlu olan din temelli bir hakikat anlayışı bulunmaktadır. Bilimi ise hakikate götüren esas yol ve araç olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda Karakoç’un düşünce yapısında bilimsel özerklik, fikir ve ifade özgürlüğü, sanat kollarının icrasına ve geliştirilmesine yönelik özgürlükler, basın özgürlüğü gibi hususlara önem atfedilir.
Hakikati arama serüveni içinde yer yer kimi düşünce akımlarına yönelik dışlayıcı bir dil kullansa da, her görüşten düşünürü okuma ilgi ve merakına sahip bir münevverdir Karakoç. Entelektüel açıklığının yanında hem Necip Fazıl ile hem Cemal Süreya ve Muzaffer İlhan Erdost ile kişisel dostluk ilişkisi kurabilmiş biridir. Karakoç’ta estetik kavramı da farklı kaynaklara ilişkin duyarlı ve kapsayıcı bir sanatsal mülahaza içindedir. Diriliş dergisinde ise o dönemin şartlarında yenilikçi biçimde, birbirinden çok farklı kaynaklara yer verildiği görülmektedir. Farklı İslamcı yorumların yanında post-modern söylemler başta olmak üzere önemli ölçüde açık ve çoğulcu bir yayın politikasının izlendiği Diriliş’te Kierkegaard’dan Seyyid Kutub’a, Mevlana’dan Wilfred Owen’a, Pitirim Sorokin’den Ebul Hasan Ali en-Nedvi’ye kadar renkli bir yayın yelpazesi sunulmaktadır. Zira Karakoç’a göre insan önce kendini sonra hem Doğuyu hem Batıyı bilmelidir.
Karakoç’un özgün ve özel yeri, aynı zamanda çocuksu bir umut ve özveriyle de beslenir. Gürcan’ın ifade ettiği şekliyle umutsuzluğa kapılmadan iyimser olma hali, diriliş felsefesinin genel ruh halini oluşturur (2015: 11). Bu iyimserlik, aksiyon alma isteği ile perçinlenir. Teoriyle pratiği harmanlama çabasındaki bu tutum, her ne kadar Karakoç kendisini gerçekçi olarak görse de, ziyadesiyle idealizm de barındırır. Karakoç’un anlam ve hakikat arayışında intikama, kavga ve gürültüye pek rastlanmaz. Yer yer kullandığı savaş kavramının ise düşünsel bir mücadele olduğunun altı çizilir. Bu yönüyle genel anlamda barışçıl bir anlayış içinde olduğu söylenebilir.
Türkiye’den düşünce dünyasına anlam katan gösterişsiz fakat iddialı bir münevver gelip geçti…
“Zeytin ağaçları ve söğüt gölgesi” altında “uyu da turnalar girsin rüyana” dileğini bu defa Sezai Karakoç için okurları istiyor ve dua buyuruyorlar, makamının âli olmasını ekleyerek…
Karakoç bu dünyadan çekip giderken, belki de sayısı çok fazla olmayan bir duruşu kaybetmenin hüznü kaplıyor okurlarını…
Belki de veda edilenin yalnızca Sezai Karakoç olmamasına ve yitip giden bir çizginin ufukta kayboluşunadır tutulan yaslar…
“Bütün şiirlerde söylediğim sensin” dediğin Rabbine kavuştuğunu umuyorum Ey Yüce Şair…
“Kendinden bir şeyler kattın
Güzelleştirdin ölümü de”…
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi aldıktan sonra 2014 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde doktorasını tamamladı. 2019 yılında Doçent unvanı aldı. Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi çeşitli kamu kuruluşlarında uzman olarak görev yaptı. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ve misafir araştırmacı olarak bulunduğu the Maldives National University’de akademik çalışmalarını sürdürmektedir.