NARİN OLAYI VE TÜRKİYE İÇİN SONUÇLARI
Zeynep Burcu UĞUR –
Türkiye’nin dört bir yanında dikkatle izlenen Narin vakasında henüz tüm deliller açıklanmadı, ancak olayın bir cinayetin ötesinde başka suçları da barındırabileceğine dair güçlü göstergeler var. Bu trajik olaya dair birkaç noktaya değinmek istiyorum. Narin’in yaşadığı trajedi hepimizi derinden üzdü ve kesinlikle bu satırları suçu hafifletmek maksadıyla yazmıyorum. Aksine, bu olay karşısında verdiğimiz tepkilerin topluma olan olası etkilerini tartışmak istiyorum.
Küçük bir kız çocuğuna yönelik bu menfur olayın Türkiye’nin sosyal yapısından ya da devletin ihmallerinden kaynaklandığını ima eden “Narin’i koruyamadık” söylemi, aslında Narin başka bir ülkede yaşıyor olsaydı böyle bir olayın başına gelmeyeceği varsayımını taşıyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporlarına baktığımızda, dünya genelinde her iki çocuktan birinin şiddete maruz kaldığını görüyoruz[1]. Aynı raporun çocuk cinayetleri kısmı incelendiğinde 2017 yılında dünya çapında yaklaşık 40.150 çocuk cinayet kurbanı olmuş ve bu rakam tüm cinayetlerin %8,4’üne tekabül etmektedir. 2017 yılı itibariyle dünya genelinde bilinen 477.822 cinayet işlenmiş. Küresel olarak 0-17 yaş arası çocuklar için cinayet oranı her 100.000 kişide 1,7 olarak hesaplanmıştır. Erkek çocuklar için bu oran, her 100.000 kişide 2,4 olup, kız çocuklarındaki oranın (her 100.000 kişide 1,1) iki katından fazladır (bkz. Şekil 1). Özellikle Güney Amerika, Orta Amerika ve Afrika’da çocuk cinayet oranları diğer bölgelere göre çok yüksektir.
Şekil 1: Cinsiyete ve DSÖ bölgesine göre 0-17 yaş arası çocuklar için her 100.000 kişide tahmin edilen cinayet oranları, 2017 (N=186 ülke/bölge)
ABD’de Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) 2020 yılında yaklaşık 2.059 çocuğun cinayet kurbanı olduğunu raporlamıştır[2]. Bu rakam 18 yaş altı çocuklar için cinayet oranının 100.000 çocuk başına 2,8 olduğunu göstermektedir. Özellikle 5 yaş altı çocuklar genellikle aile içi şiddet veya çocuk istismarı kurbanı olmaktadır. Bu veriler, ABD’deki silahlı okul saldırıları gibi olaylarda birçok çocuğun öldüğünü göz önünde bulundurursak, olayın ciddiyetini bir bağlama oturtmamıza yardımcı olabilir.
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından sağlanan Mağduriyet türü ve cinsiyete göre güvenlik birimine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı tablosu incelendiğinde 2020 yılında 1009 çocuğun öldürme suçundan mağdur olduğu anlaşılmaktadır. DSÖ’nün Türkiye devletinden aldığı verilere göre Türkiye’de çocuk cinayeti oranının 1,1 olduğunu göstermektedir[3]. Bu oran dünya ortalaması olan 1,7’den belirgin olarak düşüktür. Tüm bu veriler, Narin vakasının dünyanın herhangi bir yerinde de yaşanabileceğini gösteriyor ve dünyada çocuk cinayetlerini ortadan kaldırabilmiş bir ülke bulunmamaktadır.
Bu rapora göre, çocuklara yönelik şiddet ve cinayet vakaları incelendiğinde veride belirli bir desen görmek mümkün, genellikle şiddet, çatışma ve istikrarsızlıkların olduğu coğrafyalarda arttığı görülmektedir.
Veri ile ilgili akla gelebilecek bir eleştiriyi bertaraf etmek için şu bilgiyi vermekte fayda olabilir. DSÖ tarafından yapılan 0-17 yaş arası cinayet tahminleri, ülke tarafından sağlanan cinayet mağdurlarının sayısı ve oranları hakkındaki bilgileri kullanarak üretilmiş olup nihai tahminler o ülkenin ilgili otoritesine danışılarak kesinleştirilmektedir.
Çocuk cinayetleri ile ilgili Türkçe Google Akademik veri tabanından bir arama yapınca sadece Dicle Tıp Dergisinde yayınlanan bir makale çıkmakta ve bu makale Diyarbakır’daki çocuk cinayetlerini ele almaktadır[4]. Bu makalede de erkek çocuklarının cinayete maruz kalma ihtimali daha büyük bulunmuştur. Türkiye’de de Dünya’da da daha çok erkek çocuklarının cinayete maruz kaldığı düşünülünce (Bkz. Şekil 1), Narin olayı bu açıdan da bir istisnadır ve kadına yönelik şiddetle bağlantısının kurulması ancak bir zorlama yorumdur.
19 gündür sabah akşam Narin’i konuşan insanlar, çocukların maruz kaldığı şiddet ve istismar konusunda gerçekten bir hassasiyet olsa, bu konuda birçok akademik çalışma olması gerekirdi. Ancak görünen o ki çocuk ölümleri genellikle sadece sansasyonel vakalarda gündeme gelmektedir.
Narin olayını bu kadar konuşmak faydalı mı?
Narin olayı sosyal medya ve televizyonlarda bu kadar fazla konuşulurken, bu tür olayların sürekli göz önüne getirilmesinin toplum üzerindeki uzun vadeli etkileri üzerine de düşünmek gerekiyor. Toplumda sosyal normlar, hangi davranışın yaygın olduğuna bağlı olarak şekillenir. Örneğin siz bir ortama girdiğinizde o ortamda hiç çöp görmezseniz oranın temiz bir yer olduğuna ve temizliğin bir norm olduğu çıkarımını yaparsınız. Bu çıkarım çoğunlukla bilinçli olmaz, etrafınızda gördüğünüz sosyal psikologların ipucu dedikleri sinyallerle başlar. Bir ortama girdiğinizde 1-2 kâğıt parçası görmek de bu normu bozmaz, çünkü 1-2 kâğıt parçası hayatın olağan akışı içinde oluşabilmiş kirlerdir ve özellikle bu kâğıt parçalarının birileri tarafından kaldırıldığını gördüğünüzde de, temizlik normuna dair inancınız güçlenir ve oraya çöp atmazsınız. Peki, etrafın çöplerle dolu olduğu bir ortama girdiğinizde ne yaparsınız? Ortalama insan böyle bir ortamda kendi de yere çöp atmaya başlar. Hâlbuki temizleyebileceği çok fazla çöp vardır. Neden mi kendisi de kirletir? Çünkü etrafındaki pislik, o ortamda pisliğin norm olduğuna intikal etmesine sebep olmuştur. Ayrıca, temizlemek çaba gerektirirken pisletmek kolaydır. Burada anlattıklarım sosyal normların nasıl oluştuğuna dair çığır açıcı ve saygın bir dergide yayınlanmış bir araştırmanın bulgularıdır. Merak edenler bu linkten inceleyebilirler[5].
Unutmayalım, toplumun çoğunluğu ortalama insandır, o ortamda ne normal ise ona göre davranır. Bir şey yaygınlaştıkça, aslında o ortamda en işe yarar şeyin o olduğu düşünülür.
Bu durumu Narin olayına uyarlarsak, Narin’in yaşadığı trajedi aslında tek bir vaka iken, sosyal medya ve haberler aracılığıyla binlerce kez paylaşıldığında, sanki bu olay sürekli yaşanıyormuş gibi bir algı yaratılıyor. Yüz binlerce çocuk okulların açılmasıyla birlikte aileleriyle okula başlamanın heyecanını yaşadığı haberleri Narin haberleri yanında önemsizleşiyor. Hâlbuki aileler insanlık tarihinden beri çocuklarının iyiliğini şefkat sırrıyla en çok düşünenler iken, birden bire aile müessesesi bir leş yuvası gibi bir algıya neden oluyor. Bu durumda yukarıdaki araştırmadaki ‘pisliğin yaygın olduğu bir ortam’ olarak algılanıyor. Pisliğin yaygın olduğunu düşünen biri de bir çöp de kendi atmaktan imtina etmeyebilecektir. Bu durumda, sosyal medyada bu olayın hassasiyetle ele alınması gerektiğini düşünürken, aslında bu tür vakaların gelecekte artmasına zemin hazırlıyor olabiliriz.
Narin olayı ve toplumsal güven
Narin olayını duyan birçok insanın çevresine şüphe ile bakması kaçınılmaz hâle geliyor. Güvenin az olduğu ortamda “babana bile güvenmeyeceksin” gibi atasözlerinin oluşması beklenir bir şey. Ancak, ‘güven’ toplumsal sermayenin en önemli göstergelerinden biridir ve toplumsal ilişkilerin en az sürtünme ile işlemesi için vazgeçilmezdir. Toplumda güvenin azalması, birçok olumsuz sonuca yol açabilir.
Burada kastedilen suçların göz ardı edilmesi elbette değildir. O suç ile meşgul olması gereken insanlar elbette meşgul olmaya devam edeceklerdir. Ama vazifesi olmayan insanların bir olaya aşırı büyük anlam yüklemesi sadece vakit ve enerji israfına neden olabilir.
Toplumda her olayın sosyal medyada konuşulması, bazı durumlarda önemli problemlere dikkat çekmek açısından faydalı olabilir; ancak bu, her olaya aşırı derecede odaklanmanın yaratacağı olumsuz etkileri göz ardı edemeyiz. Bazıları, bu olayların sosyal medyada konuşulmadığında örtbas edileceği endişesini dile getirebilir. Bu endişeyi ve adaletin doğru bir şekilde işlemediği yönündeki yaygın algıyı anlayabiliyorum. Ancak, enerjimizi tek bir olaya odaklamak, diğer önemli sorunların göz ardı edilmesine yol açabilir. Bu, 100 askeri olan bir komutanın 99’unu tek 1 düşmanla savaşa gönderip, diğer düşmanlar için yalnızca bir asker bırakmasına benzer. Toplum her gün pek çok sorunla karşılaşıyor. Bu nedenle, enerjimizi tek bir olay üzerine harcarken, diğer sorunların fark edilmeden geçip gitme riskini göz önünde bulundurmalıyız.
Bu durum dikkat dağıtıcı bir etki yaratabilir ve toplumsal kaynakların etkili kullanımını engelleyebilir. Özellikle sosyal medya gibi mecralarda olayların aşırı abartılması, gerçek problemler üzerine sağlıklı bir şekilde odaklanmamızı zorlaştırabilir. Her olay önemli olabilir, ancak toplumsal meselelerin bütünüyle ele alınması ve enerjinin dengeli dağıtılması gereklidir.
Narin olayına verilen ilk tepkilerin ne kadar siyasi malzemeye dönüştürüldüğü başka yazılarda[6] ele alındığı için burada tekrar bahsedilmeyecektir.
Narinler ve yaşayan çocukların kısıtlanan özgürlükleri
Çocuklar, bir toplumun en kıymetli hazineleridir ve onlara yönelik her türlü tehdit, toplumsal refleks olarak hemen ciddi endişelere yol açar. Narin olayı gibi trajedilerin toplumda geniş yankı bulması normaldir; ancak bu tür olayların aşırı abartılması, diğer çocukların özgürlüklerinin farkında olmadan kısıtlanmasına da neden olabilir.
Bugün aileler çocuklarının her adımını kontrol etme eğilimindedir. Bundan 30 yıl önce birçok çocuk, okula yürüyerek tek başına gidip gelirken, artık büyük şehirlerde bu pek mümkün değil. Sokaklar, çocuklar için ‘tehlikeli‘ olarak algılanmakta. Ancak veriler, aslında suç oranlarının genel olarak artmadığını; aksine azaldığını gösteriyor. Buna rağmen ailelerin tehdit algısı sürekli artıyor. Bu da çocukların özgürlüğünü kısıtlayan bir toplumsal endişe döngüsüne yol açıyor.
Hâlbuki çocukların yaşam becerilerini geliştirmeleri ve hayatta başarılı olmaları için özgürce deneyim kazanabilmeleri önemlidir. Sosyal ve psikolojik gelişimlerini destekleyen bu beceriler ancak çocuklara bazı riskler almaları ve farklı deneyimlere açık olmaları için fırsat tanındığında gelişebilir[7]. Ancak aşırı korumacılık bu fırsatları ellerinden alıyor. Artık çocuklar ne sokakta özgürce bisiklet sürebiliyor ne de arkadaşlarıyla tek başlarına dışarıda oyun oynayabiliyor. Bu durum, çocukların kendi başlarına karar verme ve problem çözme becerilerini sınırlıyor.
Ne yapılabilir?
Bu soruya verilen cevap kişilerin olayın sebeplerine dair bakış açısında gizlenmektedir. Zira en ufacık bir olumsuzlukta hemen ülke içindeki ahlaksızlıkları yayan çeşitli kayıp programları ve onların ülkede oluşturduğu atmosfer suçlanır oldu. Hâlbuki bu cinayete karışanların o kadın programlarını izleyip izlemediğine dair en ufak bir bilgi yok.
Aynı şekilde, Narin’in Kur’an Kursuna gitmesi ile olayı ilişkilendirenler de oldu. Hâlbuki olayın Kur’an Kursu ile de hiç bir alakası olmadığı ortaya çıktı. Velev ki Kur’an Kursu çıkışı bile olmuş olsaydı, bu tek örnekten toplum ile ilgili bir çıkarım yapılmayacağı makul her insanın bilmesi gereken bir şey.
Bununla birlikte Narin olayının ele alınış biçimi her ne kadar zararlı etkiler doğurabiliyor olsa da, insanların haber alma özgürlüğüne saygı duymak gerekir. Bu haberlerin tamamen yasaklanmasını savunmuyorum, çünkü bu özgür bir toplumda kabul edilemez. Ancak bireyler olarak medyayı nasıl tüketeceğimize dair sorumluluk geliştirmemiz zorunlu görünüyor. Kendi kendimize bir tür otokontrol mekanizması kurarak bu tür olayların üzerimizde yarattığı olumsuz etkilerden korunabiliriz. Yani haberleri sorgulayıcı bir zihinle tüketmek, doğru ve dengeli bilgiyi seçebilmek, toplumsal güvenimizi sarsmadan sağlıklı bir bilinç oluşturabilmek adına çok önemli.
Ayrıca, DSÖ’nün UNICEF ile ortak hazırladığı raporda her ülkede çocuklara yönelik şiddetin azaltılması için birçok aşaması olan bir politika önerileri listesi var. Bu listeye bakıldığında yapılabilecek çok sayıda adım var. Türkiye’nin karnesi, yapılanlar ve yapılmayanlar açısından değerlendirildiğinde gidebileceği epey yol olduğuna işaret ediyor[8]. Fakat elbette bunlar emek gerektiren uzun vadeli işler. O yüzden böyle tartışmalar sosyal medyada kendine çok taraftar bulamıyor.
Bu listede yer alan önerilerin büyük bir kısmı devlet politikalarına bakıyor ama bazı başlıkları bilmek işe yarayabilir. Bu politika önerileri normlar ve değerler, güvenli çevreler, ebeveyn destekleri, gelir ve ekonomik yardımlar, şiddet olduktan sonraki destek hizmetleri, eğitim ve hayat başarısına yönelik kabiliyetlerin inşasına dair 6 başlıkta toplanmaktadır. Daha alt başlıklar da şu şekildedir:
- Şiddet içermeyen norm ve değerlerin geliştirilmesi
- Olaya şahit olanların müdahale etme imkânının artırılması
- Şiddetin yaygın olduğu yerlerin tespit edilip oralara müdahale edilmesi
- Devletin ilgili mercilerinin aile ziyaretleri
- Ailelere çocuk bakım ve çatışma çözümü konusunda destekler vermek
- Dezavantajlı ailelere yönelik gelir destek programları
- Suç işleyenlere yönelik mental sağlık hizmetleri
- Mağdurlara yönelik mental sağlık hizmetleri
- Çocukların kendilerini cinsel istismardan nasıl koruyabileceklerine dair farkındalık oluşturmak
Her ne kadar tedbir alınırsa alınsın, bazı olaylar yine de kaçınılmaz olacaktır. Bu farkındalık ile ümidimizi kaybetmeden gerek ailelerin gerek okulların, öğretmenlerin ve sosyal çalışmacıların uzun vadeli önleyici politikalara öncelik vermesi en makul alternatif olarak görünmektedir.
[1] Bu rapora bu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.who.int/publications/i/item/9789240004191
[2] Bu bilgiyi teyit için bu dokümana bakılabilir: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/36534407/
[3] Bu veri için DSÖ raporu sf. 255 bakılabilir.
[4] Tıraşçı, Y., & Gören, S. (2007). Diyarbakır’da Çocuk ve Adolesan Cinayetleri. Dicle Tıp Dergisi, 34(2), 120-122.
[5] Cialdini, R. B., Reno, R. R., & Kallgren, C. A. (1990). A focus theory of normative conduct: Recycling the concept of norms to reduce littering in public places. Journal of personality and social psychology, 58(6), 1015.
[6] https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/komsu-evin-yangininda-yumurtasini-pisirmek-181222/
[7] Bilişsel olmayan kabiliyetler de denilen sosyo-psikolojik beceriler konusunda aşağıdaki eser incelenebilir: Duckworth, A. (2018) Azim: Sabır, Tutku ve Kararlılığın Gücü. Pegasus Yayınevi.
[8] https://www.who.int/teams/social-determinants-of-health/violence-prevention/global-status-report-on-violence-against-children-2020/gsrpvac-country-profiles linkinden Türkiye raporu incelenebilir.
Zeynep Burcu Uğur
Zeynep B. Uğur 1982 yılında Adana doğumlu. 2005 yılında ODTÜ İktisat bölümünden mezun oldu. 2008 yılında Japon Devlet Bursuyla gittiği Waseda Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladı. 2013 yılında üniversiteden aldığı bursla Hollanda’nın Tilburg Üniversitesi’nden Ekonomi alanında doktorasını tamamladı. 2013 yılından bu yana Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde çalışmaktadır. Davranışsal iktisat ve sağlık iktisadı alanında çalışan Zeynep, evli ve iki çocuk annesidir.