UKRAYNA-RUSYA SAVAŞINA TOLSTOY ÜZERİNDEN BAKMAK
Ömer AKPINAR –
24 Şubat 2021 tarihinde başlayan Rusya’nın Ukrayna saldırısını sabah telefonuma gelen bir mesajla öğrendim. Hemen televizyonu açtım ve Kiev’de çalan uzun sirenleri dinledim. Bir anda Birinci Körfez Savaşına gittim. Bağdat’ın bombalanması esnasında çalan sirenlerle aynıydı. İkisi de dehşet vericiydi ve ikisi de kanımı dondurmuştu. Ancak çocuk aklımla gördüğüm kötülüğü şimdi terimlerle görüyordum. Ölüme bir isim veriyor ve düşen bombaya stratejik anlam yüklüyordum. Hangi ülkenin nasıl bir hesabı olduğunu anlamaya çalışıyor, kimin kârlı kimin zararlı olduğunu hesap ediyordum. Fakat bu okuma doğru bir okuma değildi. Durduğum yer, düşünce biçimim ve algılarım doğru değildi. Bir şey eksikti savaşı kavrayışımda. Fark ettim ki hem çocuk aklımda hem de bugünkü anlayışımda insanların tarih yapma süreçlerini irdelerken insan faktörünü göz ardı ediyorum. Yani okumalarımda insan eksikti.
Siren, sadece şehirleri korkunç kılmıyordu. Çünkü siren evinde uyuyan insana ölme sırası sende diyordu. Yarın sabah okula gitme hayali kuran çocuğa korku duygusunu öğretiyordu. Gündelik yaşamın artık gündelik olmaktan çıktığını ilan ediyordu. Ev almak, arabanın bakımını düşünmek, halı saha maçı, tencere takımı, kayınvalidelere ziyaretler, sabah işe gitmeler …. Tüm hayat pratiği ve bu pratiklerle ortaya çıkmış, ortaya çıkmasıyla kişiliği oluşturmuş duygu ve davranışlar bir anda anlamsızlaşıyordu. İyi pişmediği için yemeği değiştiren insan bir hafta içinde çiğ et yemeye, karıncayı bile incitmeyen bir insan gözünü kırpmadan insan öldürmeye başlıyordu. O siren, İsrafil’in ruha üflediği Surdu. Musa’nın içindeki Yofiel ölüyor, yerine Leviathan diriliyordu.
İnsan bir hayat yaşar ve ancak okuyarak başka hayatların nasıl olduğunu anlayabilir dedim. Öyleyse savaşı anlayabilmek için haberleri takibi bırakıp okuma yapmam gerektiğini anladım. Şüphesiz okuyacağım kitaplar tarih veya siyaset kitabı olmamalıydı. Kitaplar insanı anlatan, insanın hayat içinde nasıl davrandığını ve ne düşündüğünü açıklayan türden, yani roman olmalıydı. Bu sebeple hemen Tolstoy’un Savaş ve Barış (Война и мир) kitabını elime aldım. Daha önceleri okuduğum bu kitabı savaş bağlamında okuduğumda apayrı bir dünya gördüm.
Tolstoy’a Göre Tarihçi ve Romancı Farkı
Tolstoy Savaş ve Barış kitabında, 1812 yılında gerçekleşen ve beş buçuk ay süren Napolyon’un Rusya seferini anlatmıştır. Oysa Tolstoy kitabı 1867 yılında yayımladı ve iddiasına göre beş yıl süren yoğun bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Yine kendi iddiasına göre kitaba hazırlanırken savaşa katılan askerlerle görüştü ve hükümet kurumlarının raporlarını dinlediği hikâyelerle karşılaştırdı. Tolstoy Napolyon’un işgal girişimini göremeyeceğine göre savaşın canlı tanıklarının çok azını Napolyon’un işgal girişimine katılan insanlardan, çoğunu Kırım Savaşındaki (1853-1856) askerlerden veya sivillerden dinlemiş olmalı. Rusya için ağır sonuçları ve büyük askerî kayıpları olan bu savaşın hem tanıklıkları hem de sosyal yapıyı etkileyiş biçimi Tolstoy için önemli bir laboratuvar olmuş anlaşılan.
Tolstoy kitabın ilk bölümünde romancı ile tarihçi arasında kıyas yapar. Yazdıklarının tarihçilere göre tutarsızlık barındırdığını itiraf eder ancak esas tarihçilerin tutarsız olduğunu belirtir. Çünkü tarihçi ve sanatçı tarihî olayı anlatırken apayrı iki amaç peşindedirler. Tarihçiler için tarihî amacı gerçekleştiren bir kişi vardır. Sanatçı içinse kahraman diye birisi olamaz, sadece insan vardır. Tarihçi zamanı manipüle eder. Tarihsel kişinin tüm eylemlerini bir amaç içinmiş gibi sunar. Oysa sanatçı tarihî bir durumu değil tarihi gerçekleştiren kişiyi anlamaya ve onu kavramaya çalışır. Tarihçi olayın sonuçlarıyla uğraşır, sanatçıysa olayın kendisiyle. Örneğin bir savaş olduğunda tarihçi çeşitli komutan ve generallerin raporlarına başvurur. Oysa bu raporlar romancı için hiçbir şey ifade etmez. Bir sanatçı için başarılı bir geri çekilmede acı çeken bir askerin tuttuğu not, çekilme emrini veren generalin raporundan daha değerlidir.
Tolstoy’un savaşlarla ilgili en önemli tespiti de savaşan askerlerin yaşadıkları olayları bilerek manipüle etmeleridir. Bir savaştan hemen sonra, ertesi gün veya daha sonraki birkaç gün, raporlar yazılmadan önce askerlerle konuşulduğunda karmakarışık bir duygu hâli ile karşılaşılır der Tolstoy. Ancak raporlar yayınlandıktan sonra aynı askerler söylemelerini raporlara göre yeniden kurgularlar. Birkaç ay sonra olaylar genellikle kahramanlık hikâyesine dönüşür.
Tolstoy tarihi bir olayda tarihçilerin kişilere gereksiz bir anlam yüklediğini ifade eder. Yani 1812 olayları ne Napolyon’un fetih anlayışı yüzündendi ne de Çar 1. Aleksander’ın vatansever savunmasındandı. Milyonlarca insanın birbirini boğazlamak için kavga ettiği ve yarım milyon insanın ölümüne sebep olan şey birkaç insanın istenci olamaz. Bu savaş doğanın kuralıydı. Tüm özgür irademizle ortaya koyduğumuz davranışlar kendini mutlak gerçekleştirecek olan olayların parçası yapar. Davranışlarımız ne kadar soyutsa o kadar özgürdür. Ne kadar somutsa o kadar başkasına bağlı olan davranışlarımız nihayetinde bizim de bir parçası olduğumuz, ancak tek başına kararını veremediğimiz büyük olayların parçasıdır. “Bizi türdeşlerimize bağlayan en güçlü, en yıkılmaz, en ağır ve en sürekli bağ, güç ve iktidar denilen şeydir ve güç ele alındığında başkasına olan en önemli bağımlılığımızın dile gelişinden başka bir şey değildir.”
Tolstoy’la Ukrayna Savaşı Üzerine
Tolstoycu bir tarih okumayla Ukrayna savaşına bakılırsa ordulara ve liderlere önem atfetmeye ara vermemiz gerekir. Mesela bugün devam eden savaşı elektriği kesilmiş bir insanın akşam yemeğini pişirme kaygısı üzerinden okumamız gerekir. Böylesi bir okumanın görüntü ve seslerini sosyal medyada binlerce kez bulabiliriz. Bu bulguların sonucu olarak şunu görürüz ki Ukrayna ve Rusya arasında asimetrik bir insani durum söz konusu. Yüzbinlerce ölen veya yaralanan askerine rağmen Kızıl Meydanda “Feda olsun” şarkıları söyleyen Ruslara karşılık sığınaklarda veya susuz, elektriksiz evlerde yaşayan yaşlı Ukraynalılar. Bir tarafta adı on binde bir denk gelme ihtimali olan askere alınma riski, diğer tarafta mutlaka asker olma hâli. Bir tarafta kış korkusu diğer tarafta Noel sevinci.
Savaş sahasına bakıldığında, Herson’dan çekilen Rus Ordusu, İzium’a (Üzüm) giren Ukrayna Ordusu görmeyiz. Orada neden bulunduğunu anlamaya ve bir sonraki davranışını o büyük hikâyenin parçasına eklemeye çalışan insanlar görürüz. Bir Ukraynalı veya Rus asker bir ev gördüğünde, o evden kendisine bir mermi gelip gelmeyeceğini tahmin etmesi, o askerin o coğrafyada var olması gerekip gerekmediğini de anlatır. Eğer görüntülerde izlediğimiz askerler evleri değil araziyi sığınak görüyorsa o savaşı o asker çoktan kaybetmiş demektir.
Savaşta devletler daha tarihî olay ortaya çıkmadan gerçekleri manipüle etmektedir. Savaş aynı zamanda halkla ilişkiler savaşıdır. Bu sebeple Tolstoycu bakışımızı en çok zorlayan kısım savaşan insanların gerçekliği çarpıtma ihtimalidir. Post-truth çağ olarak ifade edilen bu çağda savaşı anlamamız için daha farklı bakış açılarına ihtiyacımız vardır. Bu konuda bizlere günümüz sanatçıları yardım etmelidir. Herkes silah lojistiğine odaklanmışken bir sanatçı veya romancı ekmek lojistiğini göstermelidir. Herkes dron silahları anlamaya çalışırken bir sanatçı cep telefonunun şarjına odaklanmalıdır vb. Bu sebeple büyük anlatılardan küçük insan hikâyelerine odaklanmamız bizlere savaş hakkında daha gerçekçi bilgiler verebilir.
Son olarak savaşın Putin ve Zelenski arasında bir satranç olarak görülmesi yanlışlığıdır. Tolstoy tek tek insanların iradesindense, tarihin, tüm eylemleriyle bir ülkede yaşayan tüm insanların kararları sonucu olduğunu söyler. Yani tarih Ukrayna ile Rusya arasında bir savaşı kaçınılmaz kıldı. Bu iki halk tüm eylemleriyle başlaması muhtemel savaşa kendini yönlendirdi. Zelenski tiyatro oyuncusu değil uluslararası oyunun oyuncusu olmalıydı ve oldu. Putin Doğu Almanya’nın ajanı değil derin Rusya’nın adamıydı ve oldu. Yüzyıllarca birikmiş hesap bugün görülmeye başlandı. Bu yüzden kanı ve dini aynı iki halk birbirine bu kadar gaddar davranabiliyor.
Hikâye Üzerinden Ukrayna ve Rusya Savaşı
Savaş ve Barış kitabına bakıldığında şu anlaşılmaktadır ki Putin, Lavrov veya Şoygu bu kitabı okumamışlar. Eğer okumuş olsalardı ellerinden geldikçe savaşı geciktirir veya stratejilerini farklı kurgularlardı.
Birinci olarak hikâyede Napolyon kendi yarattığı Leviathan’la mücadele ediyordu: Ulus devlet. Toplumsal yapısı ve bilinç dünyası köleler ve prensler üzerine inşa edilmiş Rus toplumuna millet olma fırsatı vermişti. Prens Nikolay köpeğini överken onu üç aile can karşılığında aldığını söylüyordu. Yani aristokratlar için bir köpeğin ederi yaklaşık otuz insandı. Soyluların gözünde o kadar değeri olan köylüyle Nikolay cephede birbirini korumaya başladı. Birbirini anlamaya başladılar. Aynı şekilde Avrupa’nın en yolsuz ve en millî bilinci zayıf ülkesi olan Ukrayna bugün kendini yaratıyor. Ülkeyi kumarhaneye çeviren oligarklar bugün en sıradan insanla aynı cephede savaşıyor. Yani Rusya kendi eliyle bir Ukrayna milleti yaratıyor. Doğudaki Harkivli batıdaki Livivliye sığınıyor. Odesa’da Rusya destekçisi insan Rusya yüzünden erzak kolisi almak için Ukraynalı komşusuna gidiyor. Lümpen hayatlar konu dışı tutulursa sorgulayıcı bireyler belki yüzyıl sürecek ulus inşasını ve kader birliğini savaş sebebiyle hızla gerçekleştiriyorlar.
İkincisi, hikâyede aristokratların evlerinde Fransızca konuştuğu söyleniyor. Çünkü Rusça kölelerin veya köylülerin dili olduğu için aşağılanıyor. Ancak savaşla birlikte aristokratlar özel hocalar tutarak çocuklarına Rusça öğretmeye başlıyorlar. Balolarda kimi aristokratlar Fransızca konuşmaktan ar ediyor. Bugün Ukrayna’da Rusça için de aynı durum söz konusu. İki dil birbirine çok yakın ve Rusya’nın Neonazi iddiasının altında da Rusçaya karşı Ukraynalıların negatif tutumu var. Hâlbuki bugün Rusça nefret objesi. Savaş sonrası antlaşmalara girse dahi Ukrayna’da Rusçadan bahsetmek imkânsız olacaktır. Ülkedeki tüm Rus heykelleri ve anıtları zaten yıkıldı. Şimdi soyut kültürel değerler bile dışlanmaya başlandı. Savaş, ulusal ve uluslararası arenada yeni ve güçlü bir dil yarattı.
Üçüncü olarak hikâyede herkes bedel ödemektedir. Hikâyenin başkarakteri Andrey kahramanca savaşarak yaralanır ve ölür. Oysa Nataşa ile evlilik hikâyeyi okuyan için en doğal sonuçtur. Kaderi Nataşa’nın kollarında ölmektir. Bu ölüm Andrey için bir tercihtir. Acıyı sıradan bir Rus köylüsü gibi tüm aristokratlar da yaşamıştır. Kimse kimseden daha ayrıcalıklı değildir. Bugün aynı durum Ukrayna için de söz konusudur. Şüphesiz Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” kitabında incelediği Amerikan İç Savaşındaki duruma yakındır. Elitler bir şekilde en az ölürler. Ancak Ukrayna savaşında ortaya çıkan ve sıradan bir Ukraynalının algıladığı, yeşil elbisesinden ve kirli sakalından vazgeçmeyen Zelenski portresidir. Kravatlı Putin Kremlin’i temsil ederken kamuflajlı Zelenski sahadaki askeri temsil etmektedir. Halklarına karşı zihinsel üstünlüğü Zelenski ele geçirmiştir ve daha da önemlisi her türlü acıyı halkına çare diye sunabilmektedir.
Son olarak Napolyon’un askeri harekâtının kendisi dikkat çekicidir: Beş buçuk ay boyunca hiçbir çatışmayı kaybetmeyen Napolyon, altı yüz elli bin kişilik orduyla gelip ancak yetmiş biniyle geri dönebilmesidir. Ölen ve kayıplarla yaklaşık beş yüz seksen bin askerini kaybetmiş ve devamında da tüm iktidarı elinden gitmiştir. Zira 1814’te Rus askerleri Paris’e girmiştir. Rusya Kiev’i almaya çalışırken Moskova’yı kaybeder mi bilinmez ama görünen o ki bir kısım Ukrayna toprakları Rusya’da kalacak. Reel politik olarak Ukrayna’nın da zorlanmayacağı bir sonuç olur bu. Fakat bugün Rusya’nın elinde tuttuğu yerler Rusya için de çok gerçekçi değildir. Çünkü Ukrayna askeri Rus askeriyle çatışırken Rus askeri sadece Ukrayna askeriyle değil oranın ağacıyla, kedisiyle, çocuğuyla, deresiyle savaşmaktadır. Kendi bedeni hariç her beden ona düşmandır. Bu sebeple ev ev, köy köy, kasaba kasaba işgal edilen bir coğrafya elde tutulamaz. Bir coğrafi denge sağlanacak ve ateşkes kararı alınacaktır. Ukrayna barış antlaşmasına uzun süre yanaşmayacak ve tüm Ukrayna yıllarca işgal edebiyatı yapacaktır. Bu işgal ve işgalin işlenişi birkaç nesle nefret olarak miras bırakılacaktır. Tarih fırsatını verdiğinde Rusya’ya bu günler hatırlatılacaktır.
Orada bir Ukrayna vardı Rusya’da uzakta. Gitmeseler de görmeseler de o Ukrayna Rusların Ukrayna’sıydı. Oysa bugün sadece Ukraynalıların bir Ukrayna’sı var. Savaşı kaybederken kazanan bir Ukrayna. Rus edebiyatçıları veya sanatçılarını kendi torunları okumuyor, dinlemiyor veya anlamıyor bana sorulursa. Başta da Tolstoy. 19. yüzyılda bir avuç entelektüeliyle Puşkin, General Kutuzov, Çaykovski, Tolstoy, Gogol vs. yetiştiren Rusya, yüz kırk milyondan fazla nüfusu ve yüzde yüze yakın okur-yazar oranına rağmen Rahmaninov’dan sonra bir isim duyuramadı. Tolstoy’un dediği gibi her eylemimiz genel iradeyi besliyor belki. Bir paçozluk (Alev Alatlı tanımıyla) bir ülkeyi sardı mı ondan kurtulmak zor oluyor. Ama derin Rusya’nın derinliği entelektüellerinde gizli. O entelektüel derinlik daha büyük sorunlara yol açmadan Ukrayna’yı yaratan daha az derin Rusya’ya yön verecektir.
Ömer Akpınar
Dr. Ömer Akpınar, Erzurum Atatürk Üniversitesi Matematik Öğretmenliği ve Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi lisans mezunudur. Türkiye Ortadoğu ve Amme İdaresi Enstitüsü’nde (TODAİE) yüksek lisansını yapmıştır. Doktorasını İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlamıştır. 2004 yılında İstanbul’da öğretmenliğe başlamış ve İstanbul’un değişik okullarında öğretmenlik, idarecilik ve okul müdürlüğü yapmıştır. Halen Moldova Gagavuzya’da Süleyman Demirel Moldova-Türk Lisesi’nde çalışmaktadır. Moldova üzerine akademik çalışmalar yapmaktadır.