ŞİDDETİN ESARETİNE KARŞI TUTSAKLARIN TEPKİSİZLİĞİ

– Ali Maskan

Kitle kültürü, yaşamsal bir yanılsama hikâyesinin temel kahramanıdır. Yanılsama, gerçekliğin bir parçası olmasına rağmen, günümüz insanı için gerçek bu yanılsama içinde kaybolur. Gerçeğin yanılsamaya dönüşmesindeki sorumluluklar vekâlet sahiplerine yüklense de değerlerini korumaya çalışan erdemli insanlardan, sözde hayatı takmayan Z kuşağına kadar herkes bu sistemin bir dişlisi oldu. Gerçeği en basit haliyle algılayamadığımız sürece, yaşama dair çaresizliklerimiz ve kullanılmışlığımız her geçen gün katlanarak büyüyecektir. O zaman sorularımız şöyle gelsin: Dönüp geriye baktığımızda inançlarımız adına attığımız her adım bizi şeytana mı yaklaştırıyor yoksa hakikate mi? Kitle kültürü her haliyle en yetenekli baştan çıkartıcı veya ayartma ustası olarak erdemli insanları farkında olmadan yoldan çıkarmayı başarmış olabilir mi? İnsanlar kutsadığı idealleri peşinde koşarken veya ötekinin rezilce şeytani oyunlarından kaçmak isterken aslında bir tuzağın içinde olabileceklerini düşünüyorlar mı?

Aynılıkların yaşandığı günümüz dünyası, benzer değerlere sahip kitleleri ortaya çıkardı. Kendinden feragat etmiş toplumların ortak ruhu olan kitleler bir ayna gibi, sahip olduğu kültürü diğerlerine yansıtıyor. Her türlü etnik kültürel değerleri bir virüs gibi etkisine alan kitleler, insanların itaat kültürüne vazgeçilmez katkılar sunmakta. Kendisine muhteşem bir güç bahşeden bu kitleler, aynı zamanda her an patlayacak bir şiddetin de kaynağıdır. Yan etkilerinin azlığı ve kullanımın kolaylığı nedeniyle bir nükleer silahtan daha tehlikeli olan kitleler, hatırı sayılır bir imha silahıdır. Vaktiyle nükleer silah kullanmanın ortaya çıkaracağı zararların farkında olan güçler, bunları kullanmaktan ziyade varlığıyla bir korku kültürü oluşturmayı daha mantıklı ve çıkarcı bulmuşlardı. Ancak bugün çok daha büyük korkuları hiçbir eleştiriye maruz kalmadan kitleler üzerinden gerçekleştirebiliyorlar.

Şiddet korkuyu, korku esareti, esaret ise köleliği beraberinde taşır. Ne olduğunu tanımlamakta zorlandığımız kitleler açlık, susuzluk, iklim değişikliği, terör, ekonomik kriz, savaş ve pandemi/salgın gibi şiddet unsurlarıyla korkutulmak suretiyle köleleştirildiler. Kitlenin bir parçası olduğunun farkında bile olmayan insanlar inançları, değerleri ve devletlerine ilişkin kutsalları hiçe saymaya başladı.

Hayatı anlamak ve anlamlandırmak için diyalektik bir bakış açısına ihtiyacımızın kalmadığı artık bir gerçek. İnanmış insanlar, zıddına ihtiyaç duymadan kendini tanımlayabilmeli. Tekrarlanan yaşamlar doğal olarak insanlara rutin bir hayat sunuyor. Kitlesel kültürün esaretinden kurtulmak için insan sadece kendisi olmayı başarmalıdır. Bu size yok oluşun korkakça bir tepkisi olarak görülse de asıl cesaret ve yüreklilik bu tepkisizliktir. Yaşamı anlamlandırmak için daha fazla gayret sarf etmenin erdemi, baştan çıkarılmanın veya aldatılmanın zafiyetini örtebilir mi? Samimi insanların inançları ne yazık ki samimiyetsiz insanların şeytani oyunlarına malzeme oluyor. Bu asla iyi şeylerin peşinden koşulmaması anlamında okunmamalı ama her insan bu uluslararası sistem içinde nasıl ve neden sömürüldüğünün de farkına varmalı. Bu yüzden yaşadığımız her şeye karşı sadece ve sadece kendimiz olarak tepkisiz kalmayı başarmalıyız.

Bir tasarım ürünü olan kitle kültürü, dün bir “şey”leri sorgulayan insanlara bugün “hiç”i sorgulatıyor. Hayatımızı kuşatan yanılsamalar sahip olduğumuz gerçekleri utanmadan ortalığa dökebilme cesaretini verdi. Her şeyimizle müstehcen bir hayatın içinde gerçeğin ne olduğunu sorgulamadan yaşamak, insanlara daha kolay gelmeye başladı. Aldatma, dolandırıcılık, yalan söyleme, baştan çıkarma, cinsellik bütün müstehcenliği ile ortalıkta geziyor. Gerçeğin en büyük düşmanı, baştan çıkartılmış duyguların ve hislerin gerçekmiş gibi açıkça ortalıkta sergilenmeye başlamasıdır. Yani aldatılmış gerçeğin teşhiridir. Muhafazakâr insanlar bile mahremlerini medya aygıtlarında açıkça konuşup ifşa edebiliyor. Yaşadığımız bunca değer bozulması hayatın bir gerçeği. Müstehcenlik içinde değerlerini ve inançlarını korumak için mücadele eden samimi insanların bu yanılsama içindeki acizliği ziyadesiyle kıymetli görülse de ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle, hiçbir şeyi umursamayan bir insandan daha fazla alay konusu olacağa benziyor. Zira erdem bile aldatılmış/baştan çıkartılmış gerçeğin malzemesi oldu.

Kitle kültürünü kullanan vekâlet sahiplerinin insanlar üzerinde söz sahibi olduğu düşüncesiyle hareket edebilmesi bir hadsizliktir. Lakin böyle bir kültüre kendi özgür iradeleri ile girebilme hakkına sahip insanların tavırları da bir o kadar zavallıcadır. Burada sorun, iradelerini teslim etmediklerini düşünenlerin dahi, esasında dolaylı da olsa böylesi bir vekâlet sistemine boyun eğdikleri, ancak bunu hiçbir şekilde kabul etmedikleridir. Bu kabul edilemezlik nedeniyledir ki insanlar değerleri için hâlâ bir anlam üretmeye devam edebiliyorlar. Bu saygı duyulası bir kabullenme olmakla beraber, insanı her geçen gün yeni yanılsamaların içine sokması nedeniyle ciddi bir tehlikeyi de bünyesinde taşır. Bu günün “hiç”liği yerine dünün “şey”lerine kıymet vermek suretiyle anlam ve gerçekliği aynı potada eritenlerin her türlü saygıdeğer inançlarına rağmen, eleştiriyi hak etmediklerini söyleyemeyiz. Bu gayretin bir şeyleri daha iyiye götürebilme ihtimalinin, bugün hiçbir şeyi umursamadığını düşündüğümüz gençliğin vurdumduymazlığından daha az tehlikeli olduğunu kim söyleyebilir ki?

Erdemli insanların hayatı yaşanılır kılma hususundaki gayretinin, tekrarlanan yaşamlar içinde tarihe müdahale edebilecek güçte olduğu düşünülse de bunun bir yanılsama veya illüzyon olduğu varsayımını daha güçlü bir argüman olarak aklımızda tutmalıyız. Kimi insanlar her türlü tehlike ve çelişkilerin farkında oldukları kanaatiyle, mevcut yaşanmışlıkla bir mücadele içindedir. Ancak şiddetin tutsak ettiği ruhlar bu mücadele için ötekinin sahip olduğu teçhizattan daha fazlasına ihtiyaç duyduklarını hissederler. Böylesi bir çelişki ve tepki, sistem içinde öteki olarak gördüğünüzden daha zalim ve acımasız olmanızı zorunlu kılar. Şayet ötekiyle baş etmek arzusu var ise bu, ötekinden daha fazla öteki olma durumunuzu da beraberinde getirir. Böylece şiddeti, barış ve uzlaşma ile çözmek yerine daha fazla şiddet kullanmayla ortadan kaldıracağınızı düşünürsünüz. Bu, sömürgeciye başkaldırmak için daha fazla sömürgeci olmayı, kapitalizme karşı olmak için daha fazla kapitalist olmayı, ırkçılığa karşı olmak içinse daha fazla ırkçı olmayı beraberinde getirir. Ne yazık ki inanç ve ideolojilerimiz de aynı çelişkiden ziyadesiyle nasiplenir.

Hayata bir katkı yapacağını veya dünyayı kurtaracağını sanarak yaşayan kölelerin efendiden hiç farkı yok. Efendi ve köle sebep sonuç ilişkisi içinde var olmazlar. Bunlar farklı bilinç düzeyinde yaşayan bir elmanın iki yarısıdır. Hakikat ise tamamen bu kurgunun ötesinde bir yaşam sunar insana. Yaratıcının hikmetine ermiş ve tasarlanmışlığa aldırış etmeyen insanlar yaşar burada. Efendi köle ilişkisinde lanetlenecek ve üzülecek hiçbir taraf yok. Herkes kendi tercihini bilinçli olarak yapmış. Yaratıcının varlığını anlayabilecek her aklın, gerçeği bulma ve anlama sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir bahane yok. Sadece tasarlanmış dünyaya sırtını dönebilenler ve “ol” emrine uygun yaşayanlar her iki cihanda mutlu olmayı başaracaklardır. Her kim, en kutsalı için dahi bir şeyleri başarabilme, yapabilme veya koruyabilme adına, efendi ile benzer tutum ve davranışlara girerse, başarısız olacağını bilmeli. Efendiye özenerek daha fazla para, güç ve iktidar sahibi olmak, kişiyi efendiye benzetmekten öte hiçbir anlam taşımayacaktır.

Kitleleri yöneten vekâlet sahibi efendi ile köle aynı evrenin insanlarıdır. Efendinin silahlarını kullanmak suretiyle mücadele eden her köle çakma bir efendi olmaktan kurtulamaz. Kişi ancak bu sisteme tepki vermeden yaşayabildiği sürece kendisi olacaktır.

Ali Maskan
+ diğer makaleler

1971’de Osmaniye doğdu. 1993 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Akabinde Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsünde yüksek lisans yaptı.  Bir süre akademisyen olarak üniversitede görev yaptıktan sonra bürokrasiye geçti. Kalkınma ve teknik işbirliği alanlarında dünyanın birçok ülkesinde projeler gerçekleştirdi. Balkanlar ve Afrika üzerine yayınlanmış üç kitabı bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli düşünce kuruluşlarında uluslararası ilişkiler ve kalkınma yardımları hususunda yazılar yayınladı ve konferanslar verdi. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu üyesi olan yazar halen bürokrasideki görevine devam etmektedir.