ULUSLARARASI POLİTİKADA SİMBİYOTİK İLİŞKİLERİN DÖNÜŞÜMÜ
Ali Maskan –
Aydınlanma çağıyla birlikte Batı’da oluşan yeni zihniyet uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra küresel bir güç haline geldi ve dünyanın hemen her tarafında kendine özgü yeni yaşam alanları oluşturdu. Tehlikelerden uzak ve güvenli bir alanda eşeysiz üremeyle büyüyen bu zihniyet, bir başka topluluk ile iletişime geçtiğinde eşeyli üreme yeteneğini de korumayı başardı.
Emperyalizm ötesi düzende kendine bulduğu ötekiler ile yaşam kabiliyeti ve kalitesini yükselten Batı, kurduğu evrensel sistem ile tekil bir dünya oluşturduğunu fark ettiğinde, tarihin sonundan bahsetmeye başladı. Bu aslında hiçbir şeyi umursamadan akıp giden tarihin değil, kendi varlığının sonuydu.
Batı, yaklaşmakta olan felsefi yok oluşun farkına vardığı anda, sistemin restorasyonu veya rekonstrüksiyonu üzerinde derin tartışmalara girdi. Mevcut birikimlerin varlığı yeni bir sistemin kurulmasının önündeki en büyük engeldi. Zira yüzlerce yılda elde edilen başarıları bir anda dönüştürebilmenin imkân ve ihtimali yoktu. Bu durumda restorasyon yapmak her hâliyle daha mantıklı bir yöntem olarak kabul gördü ve sistem kendi içindeki dönüşümü gerçekleştirebilmek adına üreme şeklinde bir değişikliğe gitmek zorunda kaldı.
Sistemin en büyük sorunu, uzunca bir zamandır eşeysiz üreme ile çoğalmaması nedeniyle paradigmanın niteliksiz hâle gelmiş olmasıydı. Zihniyete canlılık katmak amacıyla eşeyli üreme yöntemine başvurulmak zorunda kalınsa da girilen ensest ilişki paradigmayı ayrı bir çıkmaza sürükledi. Müstehcenliğin her türünü meşrulaştıran Batı, bu defa gayrimeşru bir çocuğun lanet okumasıyla karşı karşıya geldi. Bugün gençlik çağının hovardalığını yaşayan güzel kız, vaktiyle ne kadar zalimleştiklerini unutan ebeveynlerine, yaptıklarıyla yüzleşmeden yok olmayacaklarını hatırlatıyordu adeta. Böylece Batı’nın kendisine ötekileşme hikâyesi başlamış oldu.
Ötekisini ve kölesini kaybetme travması çeken Batı, bir de kendisine ötekileşme sorunu ile karşılaşınca var oluş felsefesi her yönüyle tartışmaya açık hale geldi. Politik sistemde ötekiler müstakilen var olabilmenin mücadelesini verirken, zihniyet dünyasında ötekisiz kalabilme ihtimalinin çaresizliği, “nerede bu öteki” sorusunu gündeme getirdi.
Asi kızlarının köleleri baştan çıkardığını gören efendiler her şey için çok geç olduğunun farkına varmışlardı. Zira bütün köleler hanımefendinin ayartmalarına ilgi duymaya başlamışlardı bile. Böylece kimin öteki kimin ben, kimin efendi kimin köle olduğunun belli olmadığı yeni bir simbiyotik (ortak yaşam) ilişki süreci ortaya çıktı. Yaşlı kurtlar çaptan düşmüş bedenlerine aldırmaksızın eski efendinin gayri meşru kızıyla işbirliği yaparak, tarihin bütün evrelerinden öç almaya heveslenmişlerdi.
Ebeveynleri gibi her türlü müstehcenliği kendine silah edinmiş hanımefendi iç gıdıklayıcı hâliyle yeni çıkar ilişkilerinin efendisi olmaya adaydı. Şimdilik ailesinin eski ötekilerini ayartmakla işe başlaması, yaşlı kurtları hiç olmadığı kadar karşı karşıya getirerek hanımefendiyi mahallenin yeni gözdesi yaptı.
Yedi kocalı Hürmüz kabiliyetindeki kız, ailesini çıldırtırcasına her parmağına ayrı yüzükler takmayı başarmıştı. Yüzük sahipleri birden fazla parmağın meşguliyetine aldırmaksızın eski efendilerini çıldırtmanın hesaplarını yapıyorlardı. Onların tek amacı hanımefendiyi kullanarak efendiyi ortadan kaldırmaktı. Genç kız ise gözüne kestirdiği bir delikanlıyı iç güveyisi yaparak ebeveynleri de dâhil olmak üzere bütün yaşlı kurtları yok etmeyi planlıyordu. Ebeveynleri sistemi restore etmek isterken hanımefendi yeni bir sistem kurmanın sevdasına düşmüştü.
Dünya, hali hazırda böylesi bir ayartma hikâyesi ile baş başa. Kızını dövmeyen dizini döver atasözünü diline pelesenk etmiş ebeveynler, işledikleri günahın farkındalığıyla ailede yeni bir düzen kurabilmenin gayreti içinde. Kendisini bir günahla dünyaya getiren ailesine ceza vermek isteyen kız ise her türlü eziyete katlanabilecek güçte. Ayrıca evden çaldığı gizli bilgiler, güçler ve ekonomik kaynakları da mahirce kullanabilme yeteneğine sahip. Yaşlı kurtlar bu aile içi dramdan yararlanıyor olmanın hazzıyla, yaşadıkları hüznü dengelemeye çalışıyor. Tüyleri terli delikanlı ise hâlâ bıyık bükme derdinde.
Toplumları ve devletleri Batı’ya ötekileştirmek suretiyle sözde düşman kisvesi altında simbiyotik bir ilişki kuranlar, bugün bu çıkar ilişkilerinin şekil değiştirmesi nedeniyle ne yapacaklarını şaşırır hale geldiler. Rusya ve Çin, bu ötekileşmenin en büyük tarafları olarak, artık hayatlarındaki bu simbiyotik ilişkinin yeniden tanımlanması gerektiğini açıkça ifade etmeye başladılar. Kendilerine asalak muamelesi yapılsa da esasında onlar olmadan sistemin ayakta kalamayacağını herkes biliyordu. Öteki ile ben öylesine iç içe geçti ki kimin efendi kimin köle olduğu tartışılır hale geldi.
Batı dünyasındaki çatlak sesler her geçen gün artıyor. Kendi içinde amansız mücadeleler yaşayan ABD yakın bir zamanda dinlenmek için inzivaya çekilecek. Bu zihniyetin şimdiki ev sahibi İngiltere kendine yüklediği misyon gereği hem aile içinde hem de dışındaki ilişkileri yeniden düzenleme arzusu ile hareket ediyor. Almanya ve Fransa gibi ülkeler aile ve akrabalık ilişkilerinde yetki ve sorumluluk alanlarının belirlenmesi için yenilikler yapılması gerektiğini savunuyor. Aksi takdirde geleneklerinin onları nereye sürükleyeceğini çok iyi biliyorlar.
Muhafazakâr dini değerlere sahip kadim topluluklar ise hanımefendinin varlığından kaynaklanan gayrimeşru şartların düzeltilmesi için münasip bir beyefendi ile evlendirilmesinden yana. Bunun gerçek bir evlilik olmayıp günü kurtarma adına yeni bir simbiyotik ilişkinin başlangıcı olduğu aşikâr. Güzel kızın ruhundaki ayartıcılık ve yoldan çıkarmaya rağmen, delikanlı yeni çıkar ilişkisine hayır demeyecek ve hanımefendiye alyans takacak gibi.
Batı yeni bir güç ve enerji ile hareket edebilmek adına küllerinden yeniden doğmak istedi. Zira sistemin felsefi çıkmazları kendine yabancılaşmayı ve çaresizliği kaçınılmaz kılmıştı. Ancak klonlama yapmak isterlerken ortaya yeni bir öteki çıkabileceğini hesaplayamadılar. Hâlihazırda eski ötekiler ile mücadele ederken, kendi ötekisiyle nasıl baş edebileceklerini tanımlamakta zorlandılar. Kendine ötekileşme varlığın sorgulanmasına kadar kökten bir karşıtlığı da beraberinde getiriyordu.
Efendi için öteki bir yazgıdır ve bunu kendisi oluşturmaya alışmıştır. Canlılar arasındaki simbiyotik ilişkinin bir tezahürü olan “ben” ve “öteki” farklı çıkar ilişkileri içinde kurgulanabilir. Ama her hâlükârda öteki, yaşamın çoğu zaman kaçınılmaz varlık nedenidir. Ötekinin varlığı “kendi” olamamışların “kendiliğini” ispatlama fırsatıdır aynı zamanda. Kimi zaman da “ben”e güç veren bir zehir veya mikroptur. Her ne kadar “ben” ve “öteki” aynı ortak yaşamın birer parçası olsa da biri efendi diğeri köle olarak kabul görür. Kendi içindeki efendi kılıklı kölelik simbiyotik ilişki sürecinde köleyi efendi yapınca, ilişkinin yeniden tanımla gerekliliği ortaya çıktı. Zira efendinin tek taraflı hükümranlığı asalakların saldırısına maruz kalmıştı.
Netice itibariyle Batı, kuruluş felsefesinde bir zihniyet değişimi içindeymiş gibi görünse de bu dönüşümü sadece stratejik hedeflerle sınırlaması uzun vadede yine sadra şifa olmayacak politik açılımlara vesile olacaktır. Emile Durkheim’ın da dikkat çektiği üzere, başkalarını helak etmeye çalışanların kendilerini yok etme arzusuyla hareket ettiği gerçeği Batı zihniyetinin en büyük bunalımıdır.
Batı bugün kendi kendine meydan okumakla meşgul. Ekonomik ve siyasi alanda tezahürlerini yakinen hissettiğimiz bu iç mücadelenin felsefi boyutuna nedense pek değinilmez. Bizler olayların sadece dışa yansıyan boyutlarını görür ve endişe ederiz. Asıl endişelenilmesi gereken husus artan elektrik ve doğal gaz fiyatları değil, insanlığın geleceğini belirleyecek olan varoluş tasavvurunun nasıl şekillenecek olduğudur.
Kendine ötekileşmiş bir sistemin kendine meydan okumasından daha doğalı yoktur elbet. Güç kullanılarak yok edilemeyen bir ideoloji veya zihniyetten kurtulmanın tek yolu, onu kendisiyle baş başa bırakmak suretiyle kokuşmasına neden olmaktır. Batı artık bu sistemi ayakta tutabilecek bir ötekiye sahip değil. Kendi gayri meşru ötekisinin ise sistemin sonunu getireceği hususunda her geçen gün daha da endişelenmekte. Batı’nın kendi içindeki bu varlık mücadelesi bir taraftan yeni bunalımların ve yok oluşların kapısını aralarken, diğer taraftan da dünyaya yeni bir yaşamın kapılarını aralama fırsatını da veriyor.
Rusya ve Çin yeni simbiyotik ilişki ağlarına şimdilik karar vermiş gibiler. Bu ikisini rehber alan ülkeler de dolaylı olarak saflarını belirlemiş durumda. Batı yüzlerce yıldır ilk defa bu kadar net bir şekilde, kendi kaderine üçüncü ülkelerin müdahil olmasına müsaade etmek zorunda kaldı. Yaşlı kurtlar ergen kızlarına sahip olmayı başarırlarsa sistem bir restorasyon ile yoluna devam eder. Burada merak edilen tek şey, hanımefendinin her şeye rağmen bu rekonstrüksiyonu tamamlayıp tamamlayamayacağıdır. Şayet başarılı olursa dünyada yeni bir simbiyotik ilişkiler süreci başlamış olacak. Efendi köle ilişkilerinin de yeniden tanımlanması anlamına gelen bu simbiyotik ilişkiler bize yeni bir çağın kapısını aralayacaktır. Bu tanımlama yapıldığında “Yakın Çağ” sonlanmış ve yeni bir çağa adım atmış olacağız. Zira her yeni çağ simbiyotik ilişkilerin yeniden tanımlanmasına tekabül eder.
Hanımefendinin erken dönemli veraset savaşı sürdürülebilir hâle gelirse uluslararası ilişkilerin daha sıcak günler yaşayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Ali Maskan
1971’de Osmaniye doğdu. 1993 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Akabinde Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsünde yüksek lisans yaptı. Bir süre akademisyen olarak üniversitede görev yaptıktan sonra bürokrasiye geçti. Kalkınma ve teknik işbirliği alanlarında dünyanın birçok ülkesinde projeler gerçekleştirdi. Balkanlar ve Afrika üzerine yayınlanmış üç kitabı bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli düşünce kuruluşlarında uluslararası ilişkiler ve kalkınma yardımları hususunda yazılar yayınladı ve konferanslar verdi. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu üyesi olan yazar halen bürokrasideki görevine devam etmektedir.