DEPREM SONRASI BARINMA SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN BİR ÖNERİ: ÇOK AMAÇLI MİNİ HOBİ BAHÇELERİ…
Enes Polat –
Tarihlerin 6 Şubat 2023’ü, saatlerin de 04.17’yi gösterdiği, uzunca süre hatırımızdan çıkmayacak o afet saatinde uyanıktım. Bilgisayarımın başında yine şu an olduğu gibi bir yazma faaliyeti içindeyken depremi hissettim. “Acaba nerede bir deprem oldu” diye kendi kendime düşünürken, Kayseri’de bulunan yeğenimin “Depremi hissettiniz mi? Çok fena sallandık” mesajı üzerine, tahminlerimin tersine depremin İstanbul taraflarında olmadığını anladım.
Biraz sonra televizyonlar altyazı olarak “Merkez üssü Kahramanmaraş – Pazarcık olan 7,4 şiddetinde deprem” ifadesini geçmeye başladığında nasıl bir afetle karşı karşıya olduğumuzu anlamaya başladık. Daha sonra şiddeti “7,7” olarak güncellenen deprem, Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman başta olmak üzere Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Diyarbakır, Osmaniye, Adana, Malatya ve Diyarbakır’ı yıkıp geçmişti. Üstelik aynı gün saatler 13.24’ü gösterdiğinde merkez üssü Kahramanmaraş – Elbistan olan 7,6 şiddetindeki bir başka deprem afetin etki alanını genişletmişti.
Deprem 45.000’den fazla canımızı aldı bizden, güzelim vatan köşeleri yerle bir oldu, hatıralar kayboldu.
Allah depremde kaybettiklerimize rahmet eylesin, Milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın.
Baştan söyleyeyim, deprem konusunda bir öneride bulunabilmek için hiçbir eğitim altyapım yok; ne yer bilimlerine ilişkin bilgi sahibiyim ne de inşaat mühendisliğini bilirim. Sadece damdan düşen Nasrettin Hocanın “bana damdan düşen birini bulun” dediği noktadayım.
Gözlemlerim: Erzincan Depremleri…
Anadolu coğrafyasında son birkaç yüzyılın en şiddetli depremini 1939 yılında yaşamış olan Erzincan’da doğdum. 1939 Erzincan Depreminin ne büyük bir felaket olduğu, 7,9 olan şiddeti ve ülke nüfusunun sadece 17 milyon olduğu bir zamanda resmî kayıtlardaki yaklaşık 33.000 can kaybı ile anlatılabilir mi bilmem.
39 Erzincan Depreminin ne kadar yıkıcı bir afet olduğunu en iyi anlatan şeyin hep Erzincan Tren Garı binası olduğunu düşünmüşümdür. Kaç kişinin dikkatini çekmiştir bilmem ama diğer şehirlerde tren gar binalarının doğal olarak hep demiryolunun şehir tarafında olmasına karşılık, Erzincan Tren Garı binası, demiryolunun diğer tarafındadır.
1938 yılında Sivas-Erzincan demiryolunun tamamlanmasından bir sene sonra, 1939 yılında Aralık ayının 26’sını 27’sine bağlayan gece meydana gelen büyük deprem, istasyon binası hariç şehri tamamen yıkmış, yeni şehir ovanın ve demiryolu hattının kuzeyine taşınınca halk arasında sağlamlığına ilişkin türlü rivayetler anlatılan gar binası, Kemah Boğazından Sansa Boğazına kadar ovayı boydan boya ikiye bölen demiryolunun güneyinde yapayalnız kalmıştır. 1938 yılında yapılmasına karşılık doğal olarak Erzincan’ın “en tarihi” binasıdır.
Depremden sonra gurbete giden trenler Erzincan ile Erzincanlıyı nasıl ayırmışsa, Sivas’tan Erzurum’a giden tren yolu da Erzincan şehri ile Erzincan Gar binasını birbirinden öylece ayırmıştır.
Şehir ile gar binasının demiryolunun farklı taraflarında bulunmasının hazin hikâyesidir bu…
İşte çocukluğum ve gençliğimin bir kısmı bu şehirde geçti.
Çocukluğumun Erzincan’ında 39 Depreminin anıları hâlâ canlı idi. Deprem, Erzincan’ın ve Erzincanlının hafızasında derin izler bırakmıştı. Yaşı müsait olanlar “Zelzelede …” diye başlayan cümlelerle anılarını ya da duyduklarını anlatırlardı. Depremde hayatını kaybedenler için Erzincan’da “öldü” ya da “vefat etti” denmez, “zelzelede kaldı” deyimi kullanılırdı ve hemen herkesin geçmişinde böyle birileri mutlaka vardı.
1970’li yıllarda deprem sadece yaşlıların anılarında değil, şehrin her tarafında, her zaman hissedilir bir şeydi Erzincan’da.
Bunun ilk yansıması şehir plânında görülür. Erzincan, 1939 Depreminden sonra sil baştan yeniden kurulmuş bir “ızgara plânlı şehir”dir. Şehirde kıvrımlı sokaklar bulunmaz; sokak ve caddeler ya birbirine paraleldir veya birbirini dik keser.
Kemah, Tercan gibi ilçelerinde tarihî binalar bulunsa da tarihî eser niteliğinde bir yapıya rastlayamazsınız Erzincan’da. 39 Depremi neredeyse geride bir iz bırakmadan silmiştir hepsini.
Diğer taraftan 70’li yılların Erzincan’ı, ağırlıklı olarak bahçeli tek katlı evlerden oluşan, yüksek katlı binaların pek bulunmadığı bir şehirdir. Katlı binaların pek çoğu kamu binalarıdır ve çoğunlukla iki, bilemediniz üç katlıdır. Yatay mimari deyince akla Erzincan gelir. Bu sebeple Erzincan, nüfusu ile kıyaslanamayacak ölçüde geniş belediye sınırlarına sahip bir şehirdir.
Şimdi sayıları çok azalsa da 1970’li ve 80’li yılların Erzincan’ında tek katlı bahçeli evler, ağırlıklı olarak Erzincanlıların “kurma ev” dedikleri yapılardan oluşurdu.
Henüz “prefabrik ev” deyiminin kullanılmadığı 1940’lı yıllarda Avusturya’dan getirilerek inşa edilen ahşap evlere Erzincanlılar “kurma ev” adını koymuştu. Bu evler ihtiyaca göre iki odalı, üç odalı ve dört odalı olarak tasarlanmıştı. Hatta “dört odalı kurma evler” bir mahalleye de adını vermişti. (Bugün Yenimahalle olarak bilinen semt, halk arasında “Dörtevler” olarak bilinir.)
Şehrin bir başka mahallesi de ulusal yardım kuruluşumuzun yaptığı geçici konutlardan alır adını: “Kızılay Mahallesi”…
Bizim de çocukluğumuzda neredeyse on yıl boyunca bir tanesinde yaşama imkânı bulduğumuz bu kurma evler,
- Yaklaşık 500 m2 arsa içerisinde tek katlı,
- Altında, oda içinden sandık kapağı gibi açılan ve merdivenle inilen bodrumu bulunan,
- Birbirine çapraz olarak geçmeli iki ahşap plâkanın arasının yalıtım için hasırla doldurulduğu duvarlardan oluşan,
- Ahşap duvarların iç ve dış kısmının ziftli kâğıt tabir edilen bir malzeme ile kaplandığı,
- Dış ve iç cephede ziftli kâğıt üzerine ince telli kiremit döşendikten sonra dış ve iç sıva yapılmak suretiyle kurulan,
her tarafında ahşap kullanılan sağlıklı ve depreme uygun yapılardı.
Erzincan gibi bir deprem bölgesinde, böyle bir yapının deprem anında oluşturabileceği tek risk, iç duvarların sıvasının dökülmesi olarak öngörülmüştü.
Yeni Erzincan şehrinin ana yapıları olarak düşünülen bu afet konutları; zaman içerisinde bereketli Erzincan ovasının yetişmesine imkân verdiği dut, kayısı, elma, erik, kiraz, vişne gibi türlü meyve ağaçları ve asmalarla bezenmiş, bahçesinde çoğunlukla küçük bir süs havuzunun bulunduğu, öteden beri munis şehir halkının uyumlu komşuluk ilişkileri ile renklendirdiği güzel yaşam mekânlarına dönüşmüştü.
1939 yılından uzaklaşıldıkça şehir içerisinde de önce dört, sonra beş kata ulaşan binalar görülmeye başlanmıştı.
Şimdi artık küçüğünden büyüğüne hepimizin hafızasında yerini alan ve Erzincan ovasının tam da ortasından geçmekte olan Kuzey Anadolu fay hattı, 1983 yılının 18 Kasımında kendisini bir kez daha gösterdi. Erzurum – Kars taraflarında yıkıma sebep olan 30 Ekim 1983 Narman depreminden yalnızca 18 gün sonra Erzincan, sabaha karşı meydana gelen ciddi bir depremle güne uyandı.
Hayatımda yaşadığım ilk büyük deprem işte bu 18 Kasım Depremidir.
Can kaybı yaşanmasa da şehirdeki pek çok binada hasara yol açan bu deprem, tüm Erzincan halkının yaklaşık on gün boyunca evlerinin dışında konaklamasına sebebiyet verdi. Genellikle okulların bahçelerine, eski üçgen görünümlü daire tabanlı Kızılay çadırları kuruldu, ufak çaplı yardım malzemeleri dağıtıldı.
Aradan sekiz yıldan biraz fazla bir zaman geçtikten sonra deprem Erzincan’ı, 13 Mart 1992 tarihinde bir ramazan günü teravih namazında yakaladı. Bu kez deprem 6,8 şiddetinde ve yıkıcıydı. 1983 Depreminde hasar gören binaların neredeyse tamamı bu depremde yerle bir oldu. Resmî rakamlara göre 600’ün üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetti.
Deprem sadece şehirleri yıkmaz…
Bu deprem olduğunda ailem Erzincan’daydı ama ben Ankara’da Fakültenin son sınıfında öğrenciydim.
Deprem haberini alır almaz Erzincan’a gitmek üzere eski Ankara Terminalinden bindiğimiz yolcu otobüsü, bir belediye otobüsünden farksızdı, o soğuk mart gününde bagajı da dâhil olmak üzere tıklım tıklım insan doluydu. Şu an olduğu gibi cep telefonları bulunmadığı için yakınlarından herhangi bir haber alma imkânı bulunmayan o otobüsün yolcuları, 10 saatlik Ankara-Erzincan yolunu, kâh ayakta, kâh oturarak, nasıl bir güne uyanacaklarını, ertesi gün ne acılar yaşayacaklarını bilmeden tedirginlik içinde ağlayarak tamamladılar.
Çok zor bir yolculuktu, Allah kimseye yaşatmasın.
Bu depremde de çadırlar kuruldu, tüm ülke seferber oldu, yardımlar dağıtıldı.
Çok şükür ailemizden can kaybımız yoktu ama 92 Depremi ailemizi paramparça etti. Bahçemizdeki küçük kömürlükte artçı sarsıntılarla geçirdiğimiz üçüncü günün sonunda evimizin kapısını naçar kilitledik.
Ailemizin diğer fertlerini 39 Depreminden kalma o tren garından bindirdiğim trenle Sivas’a, Kayseri’ye ve İstanbul’a yolcu ettim. Tren garından jetonlu telefonla aradığım Sivas’taki akrabalarımıza “bizimkiler trenle geliyor, üç gündür açlar” deyişimi hatırlarım.
Onları trenle gönderdikten sonra akşam da ağabeyimle ben, evimizi, dostlarımızı, çocukluğumuzu, okul yıllarımızı, hatıralarımızı … kısaca her şeyimizi ardımızda bırakıp otobüsle Ankara’ya doğru yola çıkmıştık. Otobüs şehri arkada bırakıp Refahiye’ye doğru ilerlerken içimde ne fırtınalar koptuğunu anlatamam.
Depremden bir hafta kadar sonra, Ankara’da körüklü bir belediye otobüsünün en arkasında, kafam dumanlı, yüzüm geriye dönük, anlamsızca geride kalan yol çizgilerine bakarken, otobüsün arka tarafına gelen bir seyyar Milli Piyango bayiinin pilli radyosundan çıkan anonsu duyduğumda bir tuhaf oldum: Radyodaki sunucu “Şimdi Aşık Beyhani’den alınan bir Erzincan Türküsünü dinliyoruz: “Yolumuz gurbete düştü, Hazin hazin ağlar gönül, Araya hasretlik girdi, Dertli dertli ağlar gönül”…” diyordu.
Belediye otobüsünün arkasında, gurbeti sözlerine ve yanık ezgisine derinlemesine nakşetmiş bu türkü bitene kadar, bir elimle gözyaşlarımı silerek hüngür hüngür ağladığımı hatırlarım.
Anadolu’nun Kaderi: Depremler…
1992 Erzincan Depreminden sonra da güzel Ülkemiz, nice canlarımızı kaybettiğimiz pek çok depremle karşı karşıya kaldı: Afyonkarahisar-Dinar (1 Ekim 1995), Adana-Ceyhan (27 Haziran 1998), Kocaeli-Gölcük (17 Ağustos 1999), Düzce (12 Kasım 1999), Bingöl (1 Mayıs 2003), Van (23 Ekim 2011), Elazığ-Sivrice (24 Ocak 2020), İzmir (30 Ekim 2020), Kahramanmaraş (6 Şubat 2023) …
Görüldüğü üzere depremin vurmadığı ilimiz, bölgemiz neredeyse yok gibi.
17 Ağustos Depreminden sonra bir grup arkadaşımızla birlikte Adapazarı’nda yardım dağıtımı çalışmasında bulunduk. Ekim 99’da dört gün görevli olarak bulunduğumuz Düzce’de, deprem sonrası yardım çalışmalarına ilişkin istatistikî verileri toplama çalışmasına katıldık.
Son depremlerde ise (Van, Elazığ, İzmir ve 10 ilimizi vuran 6 Şubat Depremi) tüm Türkiye olarak deprem sonrası yardım çalışmalarını neredeyse evlerimizden canlı olarak izledik, izliyoruz.
Başta da söylediğim gibi, ne deprem fay hatlarının bundan sonra hangi ilimizi tehdit ettiği, ne arama kurtarma çalışmalarının nasıl yürütüleceği, ne de binaların nereye ve nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgi sahibiyim. Bu konularda benim gibi birisinin konuşması haddini bilmemektir. Bu konuda konunun uzmanları, hepimizi neredeyse bir jeoloji ya da inşaat uzmanı yapacak kadar detaylı bilgileri günlerdir anlatıp duruyorlar zaten.
İşte bu yazının konusu, bunca gözlemden sonra deprem sonrası barınma sorununun giderilmesine ilişkin bir öneriyi paylaşmaktır.
Dilerseniz bu konuda önce tespitlerimizi yapalım ardından da önerimizin detaylarını arz edelim.
Tespitler
Ülkemiz kıtaların birleştiği bir coğrafyada, aktif fay hatlarının bulunduğu bir deprem kuşağındadır. Depremin hangi tarihte hangi ilimizi vuracağı belli değildir. O halde depremle birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu kabul etmemiz gerekmektedir.
Her afetten sonra halkımızın Devlet ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte dayanışma için seferber olması, varını yoğunu ortaya koyması en değerli varlığımızdır. Bu konuda millet olarak çok değerli tecrübe birikimlerimiz vardır. Dünyanın neresinde olursa olsun her türlü felakette en çok yardıma koşan millet olmamız boşuna değildir.
Yaşadığımız tecrübeler göstermektedir ki “afet çantası” ve “toplanma alanı” gibi tedbirler deprem sonrası duyulan ihtiyaçların giderilebilmesi için tek başına yeterli olamamaktadır. Depremden kurtularak afet toplanma alanına giden bir depremzede, bir süre sonra acıkmakta, üşümeye başlamakta, en doğal ihtiyaçlarını giderebilmenin derdine düşmektedir.
Deprem sonrası iletişim sisteminin kullanılamaması, ortaya çıkması muhtemel koordinasyon sıkıntılarının en önemli sebeplerinden biridir. İletişim kesildiğinde yardım faaliyetleri de, toplumun bilgilendirilip yönlendirilmesi de ya durmakta ya da gereği gibi yapılamamaktadır. Oysa iletişim alt yapısı korunabilse bütün depremzedelerin telefonlarına gönderilebilecek bir mesaj, ortaya çıkabilecek toplumsal panik hâlini önleyebilir, gerekli bilgilendirmeleri yapabilir, deprem zamanlarında ortaya çıkması muhtemel dezenformasyonu, dedikodu ve fısıltı gazetesinin etkisini kırabilir.
Kayıplarımız ne kadar büyük ve sonuçları ne kadar acı olursa olsun depremden kurtulanlar için hayat devam etmektedir. Depremden sonra ilk ihtiyaç duyulan şeylerin su, kuru gıda, süt, çocuk maması, çocuk bezi ve kadın hijyen malzemeleri olması bunu çok açık biçimde ortaya koymaktadır.
Özellikle yüksek şiddetli depremlerde, iklim şartları veya yıkılma ya da yarılma sebebiyle deprem bölgesine giden yollar kapanabilmekte, havaalanları, demiryolları zarar görebilmektedir. Yollar açık olsa dahi herkesin aynı anda afet bölgesine akın etmesi, ulaşımı felç edebilmektedir. Bu da afetin ilk gününde ya da günlerinde depremzedelerin temel ihtiyaçlarının karşılanamaması sorununu ortaya çıkarabilmektedir.
6 Şubat tarihinde yaşadığımız afette olduğu gibi çok sayıda ili etkileyen büyük ölçekli depremlerde, ilk günlerde koordinasyon sıkıntısı yaşanabilmektedir. Bir depremde önceliğin arama-kurtarma çalışmalarına, sağlık ekiplerine ve iş makinelerine verilmesi gerekirken, gıda maddesi ya da giyecek eşyası taşıyan kamyonlar arama-kurtarma ve sağlık ekipleri ile iş makinelerinin bölgeye ulaşımını engelleyebilmektedir.
Deprem olduğunda su baskını, yangın vb. olumsuzlukların yaşanmaması için öncelikle su, elektrik ve doğalgaz gibi altyapı sistemlerinin devre dışı bırakılması zarureti ortaya çıkabilmektedir.
Depremden kurtulanlar öncelikle sığınabilecekleri bir yer arayışına girmekte ve ilk olarak çadır talebinde bulunmaktadır. Oysa çadırlar, özellikle soğuk ve yağışlı günlerde meydana gelen afetlerde depremzedelerin yarasına tam anlamıyla merhem olamayabilmektedir. . Bu sebeple depremlerde önce çadır verilmesi, sonra konteyner kurulması, sonra prefabrik konut yapılması, sonra da kalıcı konut inşası süreçleri yaşanabilmektedir. Çadır alan depremzede konteyner, konteyner alan prefabrik ev, prefabrik ev alan da kalıcı konut talebinde bulunmaktadır. Bu da bazen kaynak israfına sebebiyet verebilmektedir.
Depremden sonra ilk ihtiyaç duyulan konuların başında tuvalet ve temizlik gelmektedir. İnsanlar el-yüz yıkamadan banyo yapmaya kadar temizlik ihtiyacı ile karşı karşıya kalmakta, afet sonrası salgın hastalıklarla karşılaşılmaması için hijyen tedbirlerinin önemi artmaktadır. Tuvalet ve banyo ihtiyacı için hasarlı binalara girilmek zorunda kalınması, istenmeyen sonuçlara sebebiyet verebilmektedir.
Gıda ve tuvalet ihtiyacından sonra gelmekle birlikte, depremden kurtulan kişinin doğal olarak en çok ihtiyacını duyduğu şeylerin başında giyim eşyaları ve ısınma gelmektedir.
Bu tespitler de göstermektedir ki, depremin ilk günlerinde çok çeşitli sebeplerle enkazdan çıkan depremzedelerin ihtiyaçlarının karşılanamaması sorunu ile karşı karşıya kalınabilmektedir.
Öneri: Çok amaçlı mini hobi bahçelerinin kurulması
Nerede ve ne zaman karşımıza çıkacağını bilemediğimiz deprem afetinde ortaya çıkması muhtemel aksaklıkların giderilmesine bir nebze de olsa katkı sağlayabileceğini düşündüğüm önerimizin özü, özellikle deprem olma ihtimali bulunan şehirlerimizin belli bölgelerinde depremden önce elektrik, su, kanalizasyon ve iletişim alt yapısı kurulmuş ihtiyaca göre 200, 500, 1000 adet konteyner konutlu hobi bahçeleri oluşturulmasıdır.
Çok amaçlı hobi bahçeleri, içinde tuvalet ve banyosu bulunan iki odalı 20 m2’lik konteynerler ile duruma göre 30 ila 50 m2’lik bahçelerden oluşacaktır. Konteyner konutlu hobi bahçeleri yerleşim yerlerinin hemen yanında, belli nüfus başına belirlenmiş sayıda (Örneğin her 25.000 kişi için 1000 konut gibi) kurulabilir.
Bu projenin amacı, “deprem sonrası afetzedenin deprem çadırını beklemesi” yerine, “her türlü ihtiyaç malzemesini içinde barındıran deprem konutunun bir afet sonrasında afetzedeyi beklemesi”dir.
Konutların kurulumu
Bu bahçeli konteyner evler, mahallî idarelerce bir plâna uygun olarak kurulmalı, idaresi profesyonel olarak mahallî idare tarafından gerçekleştirilmeli, bu konutların bir-örnekliği sağlanarak şehirlerin etrafında görüntü kirliliğine sebep olması önlenmelidir. Bu proje, vatandaşlarımızın müstakil ev ihtiyacını gidererek şehirlerimizin etrafında verimli tarım alanlarının işgal edilmesi sonucunu doğuran hobi bahçeleri oluşumunun da önüne geçebilir.
6 Şubat Depreminden sonra deprem bölgesindeki şehirlerimizde kurulması plânlanan yüzbinlerce konteyner evin, deprem bölgesinde kalıcı konutlara geçilmesinden sonra bu projenin hayata geçirilmesinde başlangıç noktası olabileceği değerlendirilmektedir. Deprem bölgesinde kurulması plânlanan konteyner evlerden bir kısmı kalıcı konutlara geçilmesi sonrasında aynı bölgede bu amaç için korunurken, ihtiyaç fazlası olanların deprem bölgesi dışında deprem olma ihtimali bulunan şehirlerimize nakledilerek bu amaç için kullanılması sağlanabilir.
Deprem olma ihtimali bulunan şehirlerimizde yeni imara açılan bölgelerde bu konteyner konutlu hobi bahçelerinin kurulumu için, o bölgede konut inşa eden müteahhit firmalarının ilgili mahallî idareye katkı payı ödemesini öngören mevzuat altyapısı kurulabilir. Böylece projenin mahallî idareler üzerindeki yükünün hafifletilmesine imkân sağlanacağı değerlendirilmektedir.
Bu konutlar için su, elektrik, kanalizasyon ve baz istasyonu gibi sabit alt yapı sistemleri kurulmalıdır. Ancak bu alt yapının, deprem sonrasında da işler vaziyette tutulmasını teminen şehir şebekesinden bağımsız olarak inşası ve işletilmesi önem taşımaktadır. Su, elektrik vb. alt yapı tesisatı, şehir şebekesinden bağımsız bir hatla bu konutlara ulaştırılmalı, deprem sırasında birtakım arızalar oluşsa bile afet sonrası yaşamın devam edeceği bu konutlar için hemen gerekli onarım yapılarak sistem yeniden devreye alınabilmelidir. Böylece deprem sonrasında şehir şebekesinin zorunlu olarak devre dışı kalması hâlinde de bu konutlarda su, elektrik vb. kesintisinin yaşanmayacağı bir alt yapı inşası gerçekleştirilmiş olacaktır. Bu konutların bulunduğu bölgelerde cep telefonlarının çalışabilmesini teminen mobil baz istasyonları kurulmalı, ya da deprem sonrasında işler hâle getirilecek şekilde hazır bulundurulmalı, deprem sonrasında iletişimin kesilmesinin önüne geçilmelidir.
Konutların afet öncesi kullanımı
İnşa edilen bu bahçeli konutlar, afet öncesinde hobi amaçlı kullanım amacıyla vatandaşlara tahsis edilecektir. Esasen deprem sonrasında afet konutu olarak kullanılması düşünülen bu konutların, deprem öncesinde de farklı bir amaçla vatandaşın kullanımına sunulmasının sebebi, bu konutların korunmasını ve tesisatının işlerliğini sağlamaktır. Diğer taraftan çoğunlukla deprem sonrasında gideceği toplanma alanının neresi olduğunu bilmeyen vatandaşımız, bu konutlar sayesinde afet ânında nereye gideceğini bilmiş olacaktır.
“En iyi korunan ev kullanılan evdir” anlayışından hareketle bu konteyner evlerin vatandaşların kullanımına tahsis edilmesiyle, deprem sonrasında ihtiyaç duyulabilecek her türlü malzeme ve eşyanın (yatak, battaniye, buzdolabı, çamaşır makinesi, soba, elektrikli ısıtıcı gibi eşyalar, gıda maddeleri, giyim eşyaları ve hijyen malzemeleri vb.) depremden önce bizzat kullanıcıları tarafından konteyner evde hazır bulundurulması sağlanabilecektir.
Afet öncesi kullanımda, konteyner evin önündeki mini bahçede birkaç ağaç dikilebilecek, çiçek veya sebze yetiştirilebilecek, sonbaharda sebze kurutma, erişte kesme, salça, turşu, tarhana, kavurma yapımı gibi apartman dairelerinde yapılamadığı için artık neredeyse unutmaya başladığımız evsel aktiviteler yeniden canlandırılabilecektir. Mini bahçe insanımızı toprakla buluşturacak, açık hava kahvaltısı, semaverde çay gibi halkımızın çok sevdiği etkinlikler yapılabilmesine imkân sağlayacaktır. Bu ev ve bahçeler kışın da kuzinede patates közleme, kumpir, balık kızartma vb. aktiviteler için kullanılabilir. Bu yolla insanımızı apartman dairelerinden kurtaran yatay mimari, komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine katkı sağlayabilir. Bu tip etkinliklerin, bu konutların vatandaş gözünde cazibesini artırarak boş kalmasının önüne geçebileceği değerlendirilmektedir.
Bu konutların kullanımını talep eden vatandaş sayısının inşa edilen evlerden çok olması halinde konteyner evlerin kimlere tahsis edileceği şeffaf kura ile belirlenebilir.
Vatandaşlara tahsis edilen bu evlerde afet öncesi kullanıma ilişkin su ve elektrik giderlerinin kullanıcılar tarafından ödenmesi yanında, çok yüksek olmamak kaydıyla yıllık kira veya aidat alınması yoluna da gidilebilir. Bu kira ve aidatlar, kullanıcılarda sahiplenmeyi artıracak, evlerdeki olası tamirat, tadilat ve kullanıma ilişkin bazı hizmetler (koruma, çöp toplama vb.) bu kira ve aidatlardan karşılanacaktır. Böylece ortaya çıkan maliyete kullanıcıların katkısı sağlanabilecektir.
Beklenen depremin gecikmesi hâlinde kullanıcılar tarafından ödenen bu kira ve aidatlar, projeyi kamu için daha az maliyetli hâle getirebilir.
Konutların afet sonrası kullanımı
Bu konteyner evler deprem sonrasında ise depremzedeler için geçici afet konutu işlevi görecektir.
Depremde evini terk eden veya enkazdan kurtarılan ya da evinde hasar bulunmasa bile deprem korkusuyla evine giremeyen vatandaşlarımız hemen bu evlere gelecek ve ihtiyaç duyacakları eşya ve malzemeyi bu evlerde hazır bulacaklardır. Çocukların ve kadınların güvenli bir şekilde geceleyebilecekleri, kapısı kilitlenebilir, zemini kuru, damı akmaz bu evler, depremin ilk ânından itibaren su ve tuvalet başta olmak üzere tüm hijyen koşullarını vatandaşlarımıza sağlayacaktır.
Depremin ilk gününde ve saatlerinde afetzede vatandaşlarımızın temel ihtiyaçlarının bu yolla karşılanabilir hâle gelmesi hem toplumsal panik hâlinin önlenmesine katkı sağlayacak hem de arama-kurtarma, iş makinesi ve sağlık ekiplerinin çalışmalarına öncelik verilmesini temin ederek koordinasyon görevlilerine ve yardım kuruluşlarına nefes aldıracaktır. Afetzede kitlenin bir kısmının dahi ihtiyaçlarının bu yolla karşılanabilmesi, bu konutlar vesilesiyle ortaya çıkan imkânın toplumsal paylaşım ve dayanışma yoluyla artırılması, deprem sonrasında ortaya çıkabilecek toplumsal tepkinin önüne geçilmesini sağlayacaktır.
Vatandaşlara tahsisli konteyner evlerin bulunduğu bölgede ihtiyaç hâlinde kullanılmak üzere belli sayıda evin boş olarak muhafazası yanında çok sayıda sıralı tuvalet ve banyonun da deprem sonrasında konteyner ev tahsis edilemeyen vatandaşlarımızın kullanımı için hazır tutulması önem taşımaktadır. Boş tutulan bu evler, deprem sonrasında bölgeye gelen arama-kurtarma, sağlık ve yardım ekipleri tarafından da kullanılabilecektir.
Bu konteyner konutların bulunduğu bölgede, ihtiyaç duyulması hâlinde duruma göre sahra hastanesi, aşevi, çadır-kent ya da konteyner kent kurulabilecek boş alanlar bırakılabilir. Böylece ihtiyaç hâlinde bu çadır ve konteynerlerde kalacakların da hobi bahçelerinin alt yapısını kullanabilmesine imkân sağlanmış olacaktır.
Konteyner evlerin bulunduğu bölgede cami, park, çocuk oyun parkı gibi alanların inşası, deprem sonrası dönemde rehabilitasyon için önem taşımaktadır. Yine bu bölgede, deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarında kullanılabilecek, keski, balyoz, matkap, hilti, kazma, kürek vb. basit malzemelerin bulunduğu konteyner kabinleri bulundurulabilir.
Bu konteyner konutların kullanıcılarının kayıt altında olmasının, deprem sonrasında afet bölgesine gelen yardım malzemelerinin de düzenli olarak ve gerçek ihtiyaç sahiplerine dağıtılabilmesine imkân sağlayacağı değerlendirilmektedir. Bu yolla kaynak israfının önüne geçilecektir.
Tüm bu yapılanların bu konutların kurulduğu bölgeyi deprem yaşayan şehirdeki afet koordinasyon merkezlerinden biri hâline getireceği değerlendirilmektedir.
Birkaç deprem yaşamış ve birçok depremde de deprem sonrası yardım faaliyetlerini izlemiş birisi olarak bu projenin depremzedelerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasına ve deprem sonrası yardım faaliyetlerinin koordinasyonuna katkı sağlayacağını düşünmekteyim.
Bu coğrafyada belli aralıklarla birçok deprem felâketi ve tarifsiz acılar yaşayan bir Millet olarak temennimiz, bu projenin bir şekilde hayata geçirilse bile hep “afet öncesi kullanım” aşamasında kalmasıdır.
Enes Polat
1970 Erzincan doğumlu. 1992 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. 1993 yılında Devlet Personel Başkanlığı’nda Devlet Personel Uzman Yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1997 yılında Devlet Personel Uzmanlığına atandı. 2004 yılında Kamu Görevlileri Sendikaları Birim Yöneticiliği’ne, 2009 yılında Teşkilat ve Yönetimi Geliştirme Daire Başkanlığı’na, 2011 yılında Devlet Personel Başkan Yardımcılığı’na atandı. 2016-2020 yılları arasında Devlet Personel Başkanlığı görevini yürüttü. Devlet Personel Başkanlığı’nın kapatılması sonrasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda Müşavir olarak görevine devam etmektedir.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!