Derginin bu sayısında “Komplo Teorileri” konusu hem teorik, hem de değişik örneklerle çok boyutlu olarak tartışılmaktadır. Komplo teorilerinin toplumsal ve siyasal hayatta, hemen hemen her ülkede ne kadar güçlü şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Bazan, toplumsal ve bireysel psikolojiyi çok etkiler duruma dahi gelmektedir. Hatta, tehlikeli boyutlara bile geldiği olmaktadır. “Sürekli, birilerinin GERÇEĞİ perdenin arkasında sakladığı şüphesi,” veya “hakiki BİZ ve kontrolümüz dışındaki bir yerden gelen ONLAR düzeni” duygusu. Sosyal medya dünyasının karmaşıklığı içinde Komplo Teorileri gücünü de artırmaktadır. İşte, Cogitonun bu sayısında yerli ve yabancı uzman kişilerin çok zengin değerlendirme, tanımlama, örnekleme şeklinde yazıları ve söyleşileri yer almaktadır. İlgi duyanlar için önemli bir kaynak olarak tavsiye edilir.
Nobel Ödüllü edebiyatçımız Orhan Pamuk’un son romanı Veba Geceleri.. Dünyanın yaşadığı Covid salgını atmosferi ile de bütünleşmesinden dolayı, kitabın yayını için “tam zamanlı” ifadesinin kullanılması da uygun düşmektedir.
Doğrusu, bu roman, kurgusu ve dili olarak Orhan Pamuk’’un bu güne kadar yayınlanan kitapları içinde sanki en büyüğüdür denilebilir. Çok ciddi bir araştırma ve çalışmanın ürünü bir roman, titiz bir tarih araştırması var temelinde. Orhan Pamuk için, “ en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan” değerlendirmesine katılmamak mümkün değil, ancak bu romanın kurgusunun bir Nobel Ödüllü yazara layık olduğu açık.
Dergi bu sayısında çok kapsamlı bir “ırkçılık” dosyası sunuyor. Dünyada tekrar ırkçılık ve ulusalcılığın yükseldiği bir dönemde; etkili bir tarihsel bakış ve hem uluslararası hem de ülkemiz bağlamında ciddi değerlendirmelerin olduğu, on beş uzmanın analizleri yer almaktadır ırkçılık dosyasında. Tabii, tarihi süreç ve acı tecrübelerin ışığında ciddi uyarılar da söz konusu olmaktadır.
Dosya Editörlerinin takdim yazısındaki ana vurguları şöyle: “Irkçılığın ön koşullarından biri insan gruplarının morfolojik ve kültürel özelliklerinden dolayı hiyerarşik bir biçimde kategorilendirilmesi ve bu kategorilendirmeyi yaparken görünen (ten rengi, saç tipi, göz şekli vb.) ile görünmeyen/içkin zolan(zeka, karakter özellikleri, davranış biçimleri vb.) arasında determinist ve doğrudan bir ilişki olduğu varsayımıdır. Fakat bu tanımlamaya baktığımızda ırkçılığın şiddetle ilişkisi çok da görünür değil. Irkçılık, tıpkı Türkçülük, cinsiyetçiler ya da transformatör ve her tür ayrımcılık gibi hem söylemsel düzeyde hem de fiziksel olarak zarar vermeye, şiddet uygulamaya (ve yok etmeye) neden olur. Irkçılığın toplumsal adalet ve barış mücadelesinin en üstlerinde konuşlanmasının nedeni de budur; ırkçı düşünce ve ırkçı davranış arasındaki bağın temel katalizörü şiddettir.”
“Asıl Suç Ne Zaman Başladı/ Hannah Arendt’in Totalitarizmin Kaynakları ve Batı Felsefe Geleneğinin Onuru” başlıklı, Robert Bernasconi’inin yazısında ifadesini bulduğu gibi,
Tarihi sürecin tartışması da önemli. Amerika’lı felsefe profesörü şu soruyu soruyor: “Yirminci yüzyıl totalitarizmi anomali midir, yoksa Batılı felsefe geleneğini dair tayin edici bir şey mi söyler bize?”
Dosyada ülkemizle ilgili de ilginç analizler var: Irkçılığın Türkiye geçmişi, Türk Edebiyatında ırkçılık, Türkiye’de ırkçılık kavramı, Türkiye’de ırkçılığın bilimsel temelleri , Türklüğü ölçmek, Türkiye’de ırkçılığın binbir yüzü gibi önemli değerlendirmeler bulunmaktadır.