– Ömer Torlak

Masal, hikâye ve roman üzerinden toplumsal tarihi ve gelişmeleri okumak mümkün. Nihayetinde yazarı ya da anlatıcısının kurgusuna dayalı bu eserler de kurgusunu yazar veya anlatıcının beslendiği sosyal çevreden alıyor. Hem tanıklıklarını anlatmaya hem de tahayyüllerindekini ortaya koymaya çalışan anlatıcı ya da yazarların sosyal bilimlere katkısı yadsınamaz.

Çoğu kez sosyal bilimle uğraşanlara yönelik olarak söylenen “masal anlatma, bilimsel gerçeklikten bahset” gibi sözleri nasıl okuyabiliriz? Öte yandan toplumu yönetenler ile yönetime talip olanların uygulamada, siyaset bilimi ile uğraşanların ise literatürde yazıp, çizip söyledikleri ile toplumu etkileme çabalarına farklı bir perspektiften nasıl bakabiliriz? Bu yazı, sosyal bilim, masal, hikâye, yöneten ve yönetilen ilişkisine bu temel sorular çerçevesinde cevap arama çabasıdır.

İlk insandan itibaren yönetme talebinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Yaşadığı yerde tutunmaya çalışan insan bir yandan da hayatı hem derli toplu hem de daha verimli yaşayabilme adına birlikte yaşama tecrübesini biriktiren bir varlık. Tanıdığı kadarıyla hükmetme çabası zamanla yeni keşifler yoluyla insanın ufkunu ve otorite alanını da genişletebilmiş. Bu bağlamda dar çevre ile yetinmeyen insanın bilebildiği tüm alanı yönetme arzusu onu tetikliyor. Kimi inandığı değer ve ilke, kimi de otoritesini genişletme ve medeniyet kurma gibi sebeplerden hareketle yönetme arzusunun peşine düşüyor. Farklı sebeplerle çıkılan yolda insanlık tarihinin konuya ilişkin ortak noktasının kurumsal bir düzenleme olarak millet olma” ve devlet kurma” gibi bir ideale dönüştüğü ve sosyal bilimlerin önemli uğraş alanlarından biri olarak sosyoloji ile siyaset biliminin konusunu teşkil ettiği açık. Tabi bu birlikteliğin iktisadi, tarihî ve psikolojik yönleri yanında iletişim boyutları da ihmal edilemiyor. Bir diğer deyişle, millet ve devlet aslında sosyal bilimlerin çalışma alanlarının ta kendisi olarak karşımıza çıkıyor.

Öncelikle “sosyal bilimlerin üretimleri, yönetenlerin kendilerine dayanak olarak gördükleri bir çerçeve sunmakla mı ilgilidir?” sorusu üzerinde biraz duralım. Sorunun içinde varsayım barındırdığının farkındayız sanırım. Bu soruyu, sosyal bilimlerin iktidarın taşıyıcısı, sözcüsü ve hatta propaganda aracı olarak görme eğilimi ile daha da ileriye taşıyıp bilimin iktidarı meşrulaştırma aracına dönüştürülmesi noktasında ifade edenlere de rastlayabiliyoruz. Bu ve benzeri yaklaşım ya da sorulara toptancı cevap vermek yanlış olmakla birlikte iktidarın cazibesine kapılan veya otoritesinden çekinen çok sayıdaki sosyal bilimcinin iktidarın değirmenine su taşıma örnekliklerine fazlasıyla rastlamak mümkündür. Buna karşılık canı pahasına ya da rahatından edilip yerinden yurdundan sürgün edilmeyi göze alarak çalışma alanına ilişkin görebildiklerini olduğu gibi aktarma çabası gösteren sosyal bilimci, dün olduğu gibi bugün de vardır ve yarın da olmaya devam edecektir.

Tam bu noktada, kime göre doğru ya da yanlış değerlendirmesi devreye girer. Otoritenin, yani iktidarın herhangi bir ekonomik ya da kültürel politika veya uygulamasını çok doğru ve yerinde bulan sosyal bilimci, gerçekten uzmanlık bilgisine dayalı olarak mı böyle düşünmektedir, yoksa yukarıda ifade etmeye çalıştığımız farklı gerekçelerle birlikte aslında öyle düşünmese de onaylıyor durumda mıdır? Dün ya da yarın hoşlanmadığı bir iktidar veya otorite aynı karar ve eylemi gerçekleştirdiğinde yine aynı yaklaşımla savunuculuk yapılacak mı, yoksa dün savunulan şey bugün eleştiri malzemesi mi yapılacaktır? Sosyal bilimcinin beslendiği kaynak olarak mahallesi mi onun değerlendirmesine yön vermekte, yoksa tüm değerlendirmelerini mümkün olduğunca uzmanlık bilgisine dayalı olarak yapabilmekte midir?

Bu soruların cevabını her zaman çok net bulmak mümkün olmayabilir. Fakat çoğunlukla yaklaşımdan, söylemden, kurgudan hareketle sosyal bilimcinin hangi saik ve yaklaşımla hareket ettiğine ilişkin güçlü bir karineyi yakalamak mümkün olur diye düşünüyorum.

Toplumsal dinamikleri ve toplumsal değişimi açıklama ve anlamada önemli katkı sağlayan roman, hikâye ve masal gibi içeriklerin sosyal bilimci elinde iktidarı savunma aracı olarak kullanılmaya başlanmış olması, diğer bir deyişle sosyal bilimcinin uzmanlık bilgisi yerine masal ve hikâye türünden kurguları söylemini desteklemek amacıyla kullanıma sokmaya çalışması, kendisi ve iktidar sahiplerinin itibari değerini düşürür şüphesiz. Ancak, ya toplum, yani yönetilenlerin azımsanamayacak bir kısmı sosyal bilimcilere söyletilen bu hikâyeyi satın almış ve bundan hoşnutsa, bu durumda itibari değeri artıran bir unsura da dönüşebilir.

İktidar ve otoriteye destekte sınır tanımayan sosyal bilimcinin göreceli yaklaşımları olmaz mı sorusu da bu bağlamda cevabı hak eden bir sorudur. Akademik kariyeri ya da bilimsel cemaatinde dışlanmama veya kabul görme kaygısı ile baskın görüşe uygun biçimde kurgu ile çalışan sosyal bilimcinin benzer şekilde otoritede güç kaybı veya iktidar değişimi ihtimaline uygun söylem değişikliği de kaçınılmaz. Yani rüzgârın değişeceğini anlayan çok sayıda sosyal bilimcinin rüzgârın yönüne göre tavır alma pratiği de insanlık tarihi kadar eskidir denebilir.

İnsanlık tarihi bu tür örneklerle dolu. “Sen de mi Brütüs!” benzeri hayret ifadeleri de gücü zayıflayan yönetimlerin karşı karşıya kaldıkları kaçınılmaz son gibi duruyor.

Bütün bu gerçeklikler ortada olmasına rağmen, sosyal bilimcinin otorite yanında masal ve hikâye kurgusu ile destek çabasını her daim sürdürmesi ve yönetenlerin de bu kurguları hevesle sahiplenmesi mümkün olabiliyor. Çünkü yönetilenlerin kolaycı yaklaşımları, tarihi ve mitolojik sembollere olan yatkınlıkları, kendi aklını yönetenlere teslim etmekle yaşadığını düşündüğü konfor yanında sosyal bilimcilerin ürettiği kurgusal hurafelerle hayatı roman, hikâye ve masal tadında hissetme rahatlığı, yöneticilerin de işini kolaylaştırıyor. Toplumun gerçekliği üzerinden sosyal bilim söylemini gerçekleştirmek yerine, yönetimlerin işini kolaylaştırma adına kurgulanan hikâye ve masallar üzerinden sosyal bilimci görüşün ortaya konulduğu bir dünyada sosyal bilimlerde sağlıklı gelişme beklemek de saflık haline geliyor.

Mitolojik hülyalarıyla yönetilen kitleyi büyülemeye çalışan yöneticilere tarihsel anlatıya odaklanan tarihçiler, inanca ilişkin konuları otoritenin emrine amade kılma çabasındaki ilahiyatçılar, iktisadi alana ilişkin rasyonel olunması gereken hemen her konuda irrasyonel olanı model diye sunabilen iktisatçılar, iletişim yerine propaganda malzemesi hazırlayan iletişimciler, toplumsalı çözümlemeden ziyade toplumsal zafiyetlerden otoriteye katkı sağlamaya çalışan sosyologlar, adaleti sağlama amacının otoriteye uyuma dönüştürülmesi çabasındaki hukukçulara ve sosyal psikolojiyi iktidar ve otorite lehine çözümleme derdine düşmüş psikologlara çok sayıdaki sosyal bilimcinin kurgusundan sosyal bilim adına güçlü bir ses yerine yönetenlere güç katan masal ve hikâye kurgularından başka bir şey çıkamıyor ortaya. Üstelik bu minvalde hareket eden sosyal bilimcinin tamamına yakını, yönetenler ve onlara ilişkin bakış açısı değiştiğinde hemen yeni yöneticiler için kurgu hazırlama telaşı başlıyor. Her dönemin sosyal bilimcisinin çok olduğu zeminde ise toplumun sağlıklı gelişimine rehberlik edecek sosyal bilim öğretisi çıkamıyor maalesef.

Hatalı da olsa her saatin günde iki kez doğruyu gösterme gibi bir durumda olduğu ifadesine benzer şekilde, otorite ve güce odaklı sosyal bilimci de arada hakkaniyet ve adil olma bağlamında doğru tespitlerini aktarır. Böylesi bir yaklaşım her vicdan sahibi gibi sosyal bilimcinin de kendi vicdanını bastıramama yanında, bilim cemaatince dışlanmama ve kabul görme gibi kaygı sonucunda da gerçekleşir. Bu durum sosyal bilimciye bir yandan yöneten lehine kurgu değişikliği için esneme payı sağlarken diğer yandan ise kendi camiasının tamamen dışına çıkmama gibi bir esneklik kazandırmış olur. Hem değişen otorite hem de bilim cemaati karşısında söylediğinden kolaylıkla dönebilme konforu sağlayan bu becerisi ile sosyal bilimci, hikâye kurgusunu da güçlendirmiş olur.

Bir noktadan sonra akademik kariyer çizgisinde bilim cemaatinin onayına ihtiyacı kalmayan sosyal bilimcinin bir kısmı, bazen otoritenin söylem ve politikalarını tek doğru olarak kabul etme ve onları ne pahasına olursa olsun savunma, bazen de geçici olarak menfaat temin etme adına, geçmişte söylediklerinin tam tersine kurgularla otoriteyi destekleme yoluna girdiği görülür. Mevut durumda elde edeceğini düşündüğü maddi ve manevi getiriyi hayatının kalan kısmı için tatmin edici bulabilen bu konumdaki sosyal bilimcinin bir kısmının değişen otorite ile birlikte yeni yöneticilerin rüzgârına destek olacak tam ters kurguyu piyasaya sürmesini de garipsememek gerekir. Zira amaca giden yolda her türlü aracı meşru ve mubah görme eğilimi bu tür sosyal bilimcinin en önemli niteliğidir.

Doğru bildiği kurgunun arkasında otorite ve yöneticiden bağımsız olarak durmaya çalışan az sayıdaki sosyal bilimci ise dün olduğu gibi bugün ve yarın da doğru olduğuna inandığı ilkelerle hareket etme kaygısı taşır. İktidarın çok sayıda sosyal bilimciye sunduğu maddi ve manevi menfaati kabul etmediği gibi yeri geldiğinde kendisine yönelik tehditleri de göğüsleyebilen bu sosyal bilimciler sayesinde genelde toplumda doğru bilgilenme ufku açık kalırken özelde ise akademide sosyal bilim öğrencilerinin sağlıklı muhakeme yeteneklerine katkı sunulabilir. Zihinlerin ve aklın otoriteye kiralanmadığı ya da rehin olarak verilmediği durumlarda bu az sayıdaki sosyal bilimcinin kurguları, iktidar adına hikâye, masal ve yeri geldiğinde roman anlatan sosyal bilimcilerin kurgularının çok daha ikna edici olduğu anlaşılabilir. Bu sebepledir ki, gücün etkisi ya da baskısı ile kendi otoritesini kabul ettirme adına sosyal bilimcilere hikâye kurgulatan tüm yönetimlerin er ya da geç bu kurguların sağlam bir dayanağının olmaması yüzünden çöktüğü, hak ve adalet ekseninde kurgulanan sosyal bilimci kurgularının baskın olduğu toplumların refah seviyelerinin güçlendiği, tarihsel gerçeklik olarak karşımızdadır. Başka bir deyişle, toplumsal dinamikleri sosyal bilimci kurgusu ile okuma çabasının ağır bastığı toplumlar, otoriteyi destekleyici sosyal bilimci kurgusunun hâkim olduğu toplumlara göre daha müreffeh, adil ve hakkaniyetli toplum olabilmiştir.

İktidarı meşrulaştırıcı sosyal bilim kurgusu yerine iktidara rehberlik edebilen sosyal bilim alanlarının oluşumuna katkı sağlayabilecek güçlü sosyal bilimcilerin kurgularına daha çok ihtiyacımız olduğu açık. Mevcut durumda zaten otoriteye ram olmuş fazlasıyla sosyal bilim kurgusu var. Ve bu masal ve hikâyeler bir yandan komik, öte yandan banal. Konvansiyonel medyanın bu kurgulardan beslenmesi ve onlara fazlasıyla alan açıyor olması, bu gerçekliği değiştirmiyor. Toplumun böylesi kurgulardan beslendiği düşüncesi ile hareket etmek ise konvansiyonel medyanın kafasını kuma gömmesi demek. Ekranların neredeyse kadrolu yüzleri haline gelen sosyal bilimciler arasında “acaba sınıftaki öğrencilerim bu ekran arkasında söylediğim kurguya inanıyor mu?” ya da bilim camiasında bu kurgu kabul görür mü?” sorusunu kendisine soran var mıdır, ne dersiniz? Böyle bir kaygı içinde olduklarına ilişkin bir görüntü yok gibi. Tam tersine, iktidarın sözüne ve sesine odaklı söylemleri kendisine şiar edinmiş bir hikâye kurgusu ortaya koyma telaşı çoğu kez ağır basıyor sanki.

Ne diyelim; “herkes kendi hikâyesini yazmaya devam ediyor”. Toplum ve akademik camia ise okuyucu olarak kendisine sunulan kurguyu nihai değerlemeye tabi tutuyor.