Myanmar (Burma)’da Neler Oluyor?
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu –
2021 Şubat başında Myanmar’da yapılan askerî darbe ile yönetime el koyanlar, darbeyi takip eden süreçte sivillere şiddet uygulamaya devam ediyor. 2 Şubat’tan bu yana ortaya çıkan çatışmaların yatışmadığı ve 500 civarında sivilin hayatını kaybettiğinin tahmin edildiği kanlı sürece dikkat çekmek amacıyla ele alınan bu yazıda, Myanmar’ın siyasi yapısı ve tarihi üzerine kısaca bilgi verdikten sonra, son dönemde Myanmar’da ortaya çıkan insani krizlere değinilerek, darbe ve darbe sonrası süreç tahlil edilmeye çalışılacaktır.
Myanmar’a Genel Bakış
Bir Güneydoğu Asya ülkesi olan Myanmar, kuzeydoğuda Çin, doğuda Laos, güneydoğuda Tayland ve kuzeybatıda Bangladeş ve Hindistan ile komşudur. Güneyde Andaman Denizi ve güneybatıda Bengal Körfezine kıyısı olan Myanmar, 678.500 kilometrekare yüzölçümü ve 2017 yılı verilerine göre yaklaşık 54 milyon civarında nüfusu ile Güneydoğu Asya bölgesinin en büyük ülkelerinden biridir. Resmî verilere göre ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 4’ü, Müslüman önderlere göre ise yüzde 10’undan fazlası, büyük çoğunluğu Hanefi mezhebine mensup Müslümanlardan oluşmaktadır. Müslümanların yaklaşık yüzde 40’ının Arakan (Rakhine) bölgesinde, kalanı ise başkent çevresi başta olmak üzere diğer bölgelerde yaşamaktadır.
Burma olarak tanınan ve ülkede yaşayanların yüzde 60 kadarını Budist Burmanların oluşturduğu ülkenin ismi, 1989 yılında askerî rejim tarafından koloniyal geçmişin izlerini silmek ve etnik vurguyu azaltmak gibi gerekçelerle Myanmar Birliği olarak değiştirilmiştir. Ülkede ondan fazla farklı dil grubu, yüzotuzdan fazla etnik yapı bulunmakta ve bu grupların önemli bir bölümü kendi içlerinde mücadele etmektedir. Bu isim değişikliği, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere tarafından, askerî rejime ve onun uygulamalarına karşı olunduğu gerekçesiyle ilk başlarda onaylanmasa da, uluslararası kurumlar Myanmar kullanımını benimsemiştir. Askerî rejimlerin gölgesinde siyasetin yapıldığı ülkenin ismi sık sık değişiklik göstererek Sosyalist Myanmar Birliği, Myanmar Birliği ve son olarak da Myanmar Birliği Cumhuriyeti adlarını almıştır. Türkiye’nin sivil toplum kuruluşları üzerinden dönem dönem dikkat çektiği ve insani krizlerin yaşandığı Arakan’ın ismi de zaman içinde Rakhine adını almıştır. Aslında isimlerdeki bu süreğen olmama durumu, ülkede hüküm süren siyasi istikrarsızlığın da ipuçlarını vermektedir.
Yedi eyaletin bulunduğu ülkede ayrıca 6 adet otonom kabul edilebilecek yönetim yapısı bulunmaktadır. Bangladeş sınırında bulunan ve Müslüman olan Rohingyalılar ise devletsiz kabul edilmekte ve zorunlu göç ile sınır dışı edilmektedir. Zira askerî yönetimin dayattığı vatandaşlık yasası üç farklı ve birbiriyle eşit olmayan vatandaşlık türü ortaya koyarak Rohingyalıları dezavantajlı duruma düşürmekte ve Rohingyalılar devletçe tanınan 135 etnik yapının arasında sayılmamaktadır. Bu eşitsizliğe karşı çıkan Rohingya halkı devlet sistematik şiddetine maruz kalmaktadır. Birleşmiş Milletlerin insani kriz olarak tanımladığı bu durum, 700.000 civarında Rohingyalının sınır dışı edilerek yurtsuz bırakılmasına, açlığa, sefalete terk edilmelerine neden olmuştur ve bu durum henüz tadil edilmemiştir.
Çin, Rusya, Tayland, Fransa, ABD, Malezya ve İngiltere gibi çok çeşitli ülkelerin üzerinde pazarlıklar yaptığı, fakat ülkenin ekonomik gelişimine gözle görülür biçimde etkisinin hissedilmediği zengin ham petrol ve doğalgaz kaynakları bulunan bir ülkedir Myanmar. Bu zengin yeraltı kaynaklarının yaşam standartlarının iyileştirilmesine etkisi ise çok sınırlıdır. Güneydoğu Asya’nın en fakir ülkelerinden biri olan ülkede, kişi başına düşen nominal gayri safi yurtiçi hasıla Dünya Bankasının 2019 verilerine göre yıllık 1.500 doların altındadır. Bunun yanında ticaretin şeffaflığı ile ilgili önemli kuşkular bulunan ülke ekonomisinde kaçakçılığın yaygın bir ekonomik faaliyet olduğu aktarılmaktadır. 2011 yılına kadar kendi içinde millî ekonomi uygulamaya çalışan ülkede, yabancı malların yasadışı şekilde ithal edilmesinin yanında, afyon ve diğer uyuşturucu maddelerin Çin, Tayland gibi yakın ülkelere illegal ticaretinin yapıldığı bilinmektedir. Yolsuzluk Algısı Endeksine göre bazı yıllarda (örn. 2010) dünyada en alt seviyede yer alan Myanmar, 2019 yılına gelindiğinde bu husuta 137. sırada yer almakta ve yine kötü konumunu sürdürmektedir. Nüfusun yalnızca yüzde 30 kadarının internet kullanıcısı olduğu ülke, insani gelişmişlik sıralamasında 2020 yılı verilerine göre 147. sırada yer almaktadır. Demokrasi Endeksinde 2020 yılı verilerine göre 135. sırada bulunan ülkenin, geçirdiği bu darbe ile 2021 yılında bu sıralamasının daha da aşağılara düşmesi beklenmektedir. Sonuç itibarıyla Güneydoğu Asya’nın en derbeder ülkesi kabul edilebilecek Myanmar, kötü giden ekonomisini, kalkınma seviyesini ve yolsuzluk gibi arâzi özelliklerini düzeltmek yerine, yeni ve yıkıcı bir darbe ile kendi toplumuna acımamayı sürdürmektedir.
Myanmar’da Askerin Önlenemeyen Siyasi Gücü
Askerin bir ülkedeki siyasi gücünü anlamak için genellikle kurumsal yapının ve siyasal kültürün yanında, o ülkenin siyasi tarihine de bakmak gerekmektedir. Bu veçhe ile incelendiğinde Myanmar’ın İngiliz kolonilerinden biri olduğunu ve bu koloniyal süreçte Burmanların sosyal sınıf olarak en altlarda yer aldığını hatırlamakta yarar vardır. İngiltere’den sonra bir süre de Japonya tarafından egemenlik altına alınan ülke, bağımsızlığını İkinci Dünya Savaşını takip eden yıllarda kazanmıştır. Bu minvalde, Çin ile Japonya’nın Pasifik cephesinde savaştıklarını hatırlarsak, askerin Çin yanlısı sayılabilecek tavrının o günlere dayandığını söylemek yanlış olmaz. 1948 yılında bağımsızlığını ilan eden Burma’nın o tarihteki en güçlü yerel kurumunun ordu olması ve bağımsızlığı takip eden süreçte ülkenin kurumsal yapısının oluşturulmasının ve modernleşme sürecinin yine asker eli ile gerçekleştirilmesi, orduya, var olan ayrıcalıklı konumunu daha fazla güçlendirme imkânı tanımıştır. Bu süreçte, askerin siyasete etkisi daha çok dolaylı olarak görülmekte, fakat ülke ekonomisinde askerî harcamaların belirgin bir payı bulunmaktaydı. 1958-60 arasında “Caretaker Government” adı altında sözümona rejimi iç ve dış düşmanlardan korumanın yanında sosyalist bir ekonomik sistem kurma görevini de üstüne alan ordu, artık yönetimin sadece etkin bir ortağı değil aynı zamanda balıkçılıktan bankacılığa kadar ülkedeki birçok ekonomik faaliyetin de başat aktörü olmaya başlamıştır. Siyasi gücü paylaşmakla yetinmeyen ordu, 1962 yılında asker güdümlü sivil hükümete yapılan darbe ile yönetime bütünüyle el koymuştur.
Darbenin gerekçesi olarak gösterilen farklı etnik grupların otonomi talepleri ve yönetimdeki U Nu’nun Budizmi devletin resmî dini yapmaya yeltenmesi olarak gösterilse de, meselenin iç yüzü biraz da askerin gücünü daha fazla konsolide etmek istemesi ile ilintiliydi. Darbe sürecinde oluşturulan Devrimci Konsey ülkeyi 1974 yılına kadar yönetti ve sonrasında yerini, sosyalist tek parti sistemine geçiş sağlayarak korudu. Bu süreçte de asker perde arkasından siyaseti dizayn etmeyi sürdürdü.
Ülkedeki baskıcı ortama ek olarak ekonomik darboğaz da ciddi bir seviyeye çıkarak develüasyon yapıldı. Ülke, 1987 yılında Birleşmiş Milletler tarafından en az gelişmiş ülkeler arasında tanımlanacak kadar fakirleşince, üniversiteler başta olmak üzere çeşitli kesimlerde toplumsal mobilizasyon başladı ve sosyalist tek parti rejiminin lideri Ne Win, 1988 yılında protestolar karşısında istifa etti. Görevden ayrılmayı takip eden süreç, daha demokratik bir yapıyı getirmek bir yana dursun, protestocuları şiddet uygulayarak püskürten askerî rejimin yeniden doğrudan yönetime geçmesiyle sonuçlandı. Bu kısa süreli bir el koyma değildi ve 20 yıl kadar sürdü. Arada yapılan seçimlerin sonuçları, askerî yönetimin beğenisine uygun olmadığı için yok sayıldı. Örneğin 1990 yılında yapılan seçimlerde Demokrasi Yanlısı Ulusal Ligin (National League for Democracy) başarısı asker tarafından kabul edilmedi. Partinin önde gelen isimlerinden Nobel ödüllü Aung San Suu Kyi ve birçok siyasetçi düşünce suçundan hapse atıldı. Muhalefet mensubu kişiler ve insan hakları savunucuları askerî rejimce tespit edilerek sürgüne gönderildi.
Bu katı tutumun ülkeyi uluslararası arenada zor durumda bırakmasının yanında, sosyalizmin dünya genelinde çözülmesi, Myanmar’da da gecikmeli olarak kısmi serbest bırakmaları beraberinde getirdi ve 1990’ların ortalarına gelindiğinde, ev hapsinde tutulan Aung San Suu Kyi ve birçok muhalif serbest bırakıldı. Bu gevşeme ortamı 2000’lerin ortalarında yine terk edildi. 2003 yılında Tabayin Katliamında Demokratik Lig yanlısı 70’in üstünde kişi, devlet tarafından gönderildiği sonradan anlaşılan kolluk kuvvetleri tarafından öldürüldü. 2005 yılında Suu Kyi tekrar tutuklandı. Kısacası askerî yönetim kendi gücüne yöneltilen ciddi muhalefet dalgalarını her fırsatta baskılamayı tercih etti.
Azınlıkların ve muhalefetin baskılanması karşısında uluslararası örgütler ve Batı ülkeleri Myanmar’ı eleştirmeyi sürdürürken, Çin, Rusya, Kuzey Kore gibi ülkeler Myanmar’ın yanında yer almayı tercih etti. Ülkede, dış politika da dâhil olmak üzere birçok kararın, askerin kendi emniyetini sağlamak ve gücünü sürdürmek için aldığını düşünmek mümkündür. Benzer şekilde 2005 yılında, ASEAN’ın o yılki başkanlığını reddeden ülke, aynı dönemde uzun yıllardır Yangon olan başkentin, protestocu kalabalıktan daha uzakta kabul edilen Nepido (Nay Pyi Taw) şehrine taşınmıştır. Başlangıçta hayalet şehir olarak kabul edilen Nepido, zaman içinde askerî yönetimin üssü haline gelmiş ve şehir, askerî yönetimin ihtiyaçları baz alınarak dizayn edilmiştir.
Myanmar’da askerin sürdürdüğü keyfî yönetim, ekonomik krizle birleşince, bilhassa akaryakıt fiyatlarındaki fahiş artış ile birlikte 2007 yılı Ağustos ayında başlayarak 2008’e uzanan zaman diliminde, Safran Devrimi adı verilen büyük protestolar gerçekleştirildi. Budist rahiplerin de eşlik ettiği bu protestoların sessiz devrim şeklinde olması düşünüldü, fakat askerin toplum kesimlerine şiddet uygulamaktan çekinmediği görüldü. Bu süreçte Uluslararası Af Örgütü gibi çeşitli uluslararası kuruluşlar Myanmar’daki devlet şiddetine dikkat çekti.
2010’lu yıllara yaklaşıldığında, bu şekilde bir yönetimi ilelebet sürdüremeyeceğinin farkına varan askerî yönetim, piyasa ekonomisine ve disipline edilmiş bir demokrasiye geçme kararı alsa da bu durumun radikal bir dönüşüm olduğunu düşünmek yanlış olacaktır. Bu süreçte yeni bir ulusal uzlaşma arayışına girilerek Batı ülkeleriyle temasa geçilmeye başlanmış, fakat baskıcı yönetimin unsurları faal olduğu için gerçek bir demokratik katılım ve oydaşma iklimi sağlanamamıştır. Örnek vermek gerekirse 2008 yılında yapılan anayasa referandumuna yüzde 98 katılım sağlanmış ve yüzde 94 civarında evet oyu ile anayasa kabul edilmiştir. Ne var ki referandum sürecinin şeffaflıktan ve adaletten yoksun olduğu bilinmektedir. Başkası adına oy kullanmanın, işaretlenmiş pusulaların seçmene verilmesinin ve oy verme zamanı bittikten sonra hükümet yetkililerinin vatandaşların evlerine giderek oy kullandırtması gibi demokratik bir seçim süreciyle bağdaşmayan uygulamaların yaygın biçimde kullanıldığı gözlenmiştir. Demokratik bir rejime geçilmesi için yedi aşamalı bir planın da belirlendiği bu anayasanın kabul ediliş biçimindeki demokratik yoksunluk, ilerleyen sürece de yansımıştır.
Demokrasi Yanlısı Ulusal Lig, serbest ve adil seçimlerin yapılmıyor olması nedeniyle 2010 seçimlerine katılmamış ve seçimleri asker destekli Dayanışma ve Kalkınma Birliği Partisi (USDP) şaibeli biçimde kazanmıştır. 2003 yılında Tabayin Katliamını takip eden yıllarda buna benzer birçok hususta hem içerde hem de dışarda zor durumda kalan askerî rejim için yedi aşamalı planın aslında bir zaman kazanma ve tepkileri kısmen de olsa yatıştırma stratejisi olduğu düşünülebilir.
Kısmî sendikal hakların tanınması, basın üzerindeki sansürün bir nebze azaltılması gibi birtakım bütüncül olmaktan uzak değişikliklerin yanında, Çin ile geçmişte kurulmuş olan ekonomik ve siyasi işbirliğinin sekteye uğramasıyla birlikte Avrupa Birliğinin de Myanmar’a uyguladığı askerî olmayan yaptırım kararlarını askıya alması ve Avrupa Komisyonunun ülkeye ekonomik yardımda bulunması bu süreç için not edilmesi gereken diğer önemli detaylardır.
Aung San Suu Kyi ve 2020 Seçim Zaferi
Demokrasi Yanlısı Ulusal Ligin uzun yıllardır liderliğini yapmış olan ve 1991 yılında Nobel Ödülü almış olan Aung San Suu Kyi, çeşitli dönemlerde tutuklanmış, ev hapsinde ve cezaevinde tutulmuş bir siyasetçi ve insan hakları savunucusudur. Önemli ve karizmatik bir kadın lider olan Aung San Suu Kyi, demokratikleşme adımlarının atıldığı dönemlerde asker destekli iktidar ile Batı ülkeleri arasında arabuluculuk rolü üstlenmiştir. İki çocuğunun ve vefat eden eşinin İngiliz vatandaşı olmaları nedeniyle, daha çok Çin taraftarı olan ve ulusalcı kabul edilebilecek askerî rejim tarafından koloniyal geçmişe döndürme suçlaması yöneltilen bir siyasetçidir.
Genel anlamda demokrasi yanlısı bir çizgisi bulunan siyasetçi, 2015 yılında yapılan seçimleri kazandıktan sonra, insanlık kıyımının yaşandığı Rohingyalılar başta olmak üzere, Myanmar’da Müslümanlara yönelik etnik temizlik ve eşitlikçi olmayan vatandaşlık önerilerine karşı herhangi bir mücadele vermediği için de yer yer eleştirilmiştir. Bilhassa, 2017 yılında soykırımın şiddetini artırdığı Rohingya bölgesi başta olmak üzere, Müslümanlara uygulanan şiddet, zulüm, cinsel istismar, evlerin ve kutsal mekânların yakılması gibi insan haklarına bütünüyle aykırı girişimler Suu Kyi döneminde gerçekleşmiştir. Müslümanlara eşit vatandaşlık hakkı tanımayarak burada bulunan kişilerin Myanmar’a yerleşmelerinin 1800’lü yıllara dayandığını ispatlamalarını isteyen mevzuatın yanında, çeşitli Budist kasabalardaki kolluk gruplar mobilize edilerek bu bölgede yaşayan Müslümanların Myanmar topraklarını terk etmesi hedeflenmiştir. Budist toplumsal tabanına popülist bir sinyal olarak algılanabilecek bu tavır, Suu Kyi’nin siyasi gücünü sürdürmesini sağlarken daha fazla Müslümanın türlü eziyetlere maruz kalmasına, Aylan bebeklerin botlarla kimi zaman Endonezya, Malezya gibi ülkelere ulaşamadan yaşamlarını yitirmelerine neden olmuştur. Kendilerine eşit vatandaşlık vermeyen ülkelerini terk etmek zorunda kalan yüz binlerce kişi, hâlihazırda kendisi de ekonomik darboğazda olan Bangladeş’e sığımıştır. Suu Kyi’nin tüm bu nedenlerle, Nobel ödülü aldığı ve askerî rejimce cezalandırıldığı dönemlerle kıyaslandığında, uluslararası kamuoyu açısından eski itibarının azaldığına işaret etmek yanlış olmaz. Öte yandan, Suu Kyi’nin kariyerinin ilk yıllarının aksine, son dönemde Çin ile olan sıcak temasını ve bu ülke ile ekonomik alanda işbirliği eğilimini de not etmek gereklidir.
2020 yılının Kasım ayında yapılan seçimlerde, Rohingya başta olmak üzere, Şan ve Koçin gibi kimi bölgelerde yer yer oy kullanımı gerçekleşmedi. Rohingyalıların ve diğer bazı etnik gruplara mensup kişilerin adaylığı kabul edilmedi. Kısacası, Suu Kyi’nin kazandığı seçim, ülke topraklarında yaşayan azınlıkları kapsayacak şekilde tasarlanmadı. Askerin ülke siyasetindeki ağırlığının bir yansıması olarak, anayasada tanımlanan şekliyle üç kilit bakanlığın (İçişleri, Savunma ve Sınır İşleri) askerî yönetime bırakıldığı ve parlamentodaki sandalyelerin yüzde 25’inin askere rezerve edildiği bu siyasal yapıda, oyların yüzde 60’ından fazlasını alan Suu Kyi’nin grubu Demokrasi Yanlısı Ulusal Ligi hedef alan darbe 1 Şubat’ta gerçekleşti. Suu Kyi gözaltına alınarak taraftarlarının bilmediği bir yerde alıkondu.
Darbeye bahane olan durumun ise Suu Kyi’nin partisinin seçim sürecinde pandemi kısıtlamalarına riayet etmemesi, devletin gizli bilgilerini basına sızdırması ve seçime hile karıştırması olarak tanımlandı. Ne var ki, Tayland merkezli seçim izleme örgütü ANFREL’in raporuna göre, seçim günü açısından oy verme ve oy sayımının şeffaf gerçekleştiği düşünülebilir. Oy verme merkezlerinin, ilgili prosedürleri büyük ölçüde titizlikle takip ettiği tespit edilmiştir. Öte yandan karantina merkezleri ve hastanelerde gerçekleşen oy verme işlemlerinin, gizlilik açısından uluslararası demokratik standartların altında olduğu belirtilmiştir. Kampanya süreci düşünüldüğünde ise basının yeterince özgür olmaması, çoğunlukla internet üzerinden yürütülen seçim kampanyalarına halkın önemli bir bölümünün doğrudan erişim sağlayamaması ve bu erişim engeli nedeniyle yaygın bir dezenformasyon ve çarpıtma ile karşı karşıya kalındığı belirtilmiştir. Yine bu raporda ele alındığı üzere, Müslümanların ayrımcılık içeren vatandaşlık tanımları nedeniyle seçime katılımları en fazla engellenen grup olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında Bago’da Müslümanların yanında Hinduların da seçmen kayıtlarında sıkıntı yaşadığı gözlenmiştir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü de benzer şekilde azınlıkların temsilini ve kimi köy ve kasabalarda seçimlerin yapılmasının iptal edilmesinin şeffaflıktan uzak olduğunu belirtmiştir. Seçimleri izleyen Carter Center da 2 milyon kadar azınlığın seçim sürecine dâhil edilmemesinin ortaya çıkardığı demokratik temsil sorununa değinmiş, fakat seçim günü izlenen prosedürleri oylama ve sayım açısından genel olarak olumlu değerlendirmiştir. Ne var ki, darbeci yapının meselesi, Müslümanların ya da diğer azınlıkların temsili değil, aksine 91 partinin yarıştığı seçimlerde ordu destekli USDP’nin seçimlerde istenen başarıyı elde edememiş olmasıdır. Zira USDP, seçim sürecinde, Demokrasi Yanlısı Ulusal Ligi, Myanmar’ı Müslüman bir ülkeye dönüştürecek olmakla suçlarken aynı zamanda Facebook gibi sosyal medya platformlarında Müslümanlara yönelik nefret söylemi kullanmıştır. Darbe sonrasında, Rohingya başta olmak üzere Myanmar’da yaşayan azınlıklara zulmetmesi ile tanınan ve uluslararası örgütlerce defalarca kınanmış olan Genelkurmay Başkanı Min Aung Hlaing yönetimin başına geçmiştir.
Darbe Sonrası Protestolar
1 Şubat’ta yapılan darbenin ardından dinmeyen protestolar, darbecilere şimdiye kadar alışık olduklarından daha fazla tepki gösterilmesi ile Mart ayında da gerilemedi. Eski başkent Yangon’da başlayan darbe karşıtı gösteriler, kısa sürede ülke çapına yayıldı. Protestoculara karşı, BM Raportörünün ifadesiyle, “askerin zalimlik ve barbarlık hususunda hiçbir limitinin olmadığını gösterdiği” (BBC, 30 Mart 2021) protestolarda, 30 kadarı çocuk olmak üzere 500’ün üzerinde direnişçinin darbe yönetimince öldürüldüğü ve askerî yönetimin sert tedbirler almaktan çekinmediği ifade edilmektedir. Uluslararası örgütler askerî yönetimin tavrını ve darbeyi kınarken, Birleşmiş Milletlerin resmî kınama yapması Rusya ve Çin’in vetosu ile engellendi. Ülkede siyasal gerilimin düşmediği bugünlerde, aralarında ABD, Kanada, Birleşik Krallık, Japonya, Avustralya, Yeni Zellanda, Almanya, Hollanda, Danimarka, İtalya, Yunanistan ve Güney Kore’nin bulunduğu 12 ülke darbecileri kınayan bir açıklama yayınladı. Darbe yönetimine çeşitli yaptırımların uygulanacağı bildirildi. Özellikle protestocu gençler, çeşitli Batı ülkelerinin temsilciliklerine “Liderimizi, geleceğimizi, umudumuzu koruyun” yazılı pankartlarla destek taleplerinde bulundu. Tayland, sınır komşusu olduğu Myanmar’da yaşanan darbeye yönelik, muhtemelen kendi sınırına yönelen insan akışının daha fazla artmasını engellemek adına, net bir dil kullanmaktan kaçınırken, darbeci yönetimin Dışişleri Bakanını misafir ederek, Endonezya gibi ülkelerle birlikte darbe sonrası sürecin teskin edilmesi için ne yapılabileceğini konuştu. Singapur, açık bir dille darbeyi eleştirirken, Filipinler ve Vietnam gibi ülkeler de Tayland’ın stratejisini benimsedi. Öte yandan gözaltında tutulan Suu Tyi ile son zamanlarda iyi ilişkisi olan Çin de, ülke ile olan ekonomik ilişkilerinin sürdürülmesini gözeterek, net bir dille darbeyi kınamaktan kaçındı. Çin’in yanında, Rus temsilcisi Silahlı Kuvvetler Gününde darbe yönetimi ile temasa geçti ve darbecilerle pozitif ilişki geliştirme yolunu tercih etti. Bölgede Çin’e karşı bir güç ve kontrol mücadelesine giren Hindistan, başlangıçta demokrasiye dönülmesi yönünde çağrı yapsa da Silahlı Kuvvetler Günü kutlamalarına ateşesini göndererek Laos, Vietnam, Pakistan ve Bangladeş gibi darbeci yönetim ile temasta kalmayı tercih etti. Diğer bir ifadeyle, Myanmar’daki darbe sonrası durum, dış güçlerin yeni bir mücadele sahası olarak belirmektedir.
Protestolarda toplumun önemli bir bölümünün yer aldığını söylemek mümkündür. Bilhassa gençler sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımlarla, darbe sonrası yaşanan kıyımı dünya kamuoyu ile paylaşmaktadır. Ancak sosyal medya erişimi darbeci yönetim tarafından yer yer askıya alınmaktadır. Ayrıca protestolara katılan ya da gerilim nedeniyle evlerine dönmeyi tercih eden birçok işçi, sanayi üretiminde yer almamaya başladı. Bu durum, ülkenin zaten iyi durumda olmayan ekonomisinin daha kötü performans sergilemesini beraberinde getirdi. Diğer yandan, darbe yanlısı aşırı milliyetçi bir grubun da sokaklarda darbe yönetimini destekleyen eylemler yaptığı gözlenmektedir.
Sonuç olarak, darbe sonrasında tüm ülke çapında örgütlenen halk, belki de şimdiye kadar olmadığı biçimde birbirine kenetlenerek darbecileri protesto etmektedir. Etnik ve dinî ayrılıkların şimdiye kadar ülkede hep ayrıştırıcı bir unsur olarak çatışma ortamı oluşturduğu düşünüldüğünde, darbecilere karşı bir araya gelerek ortak tavır koyan farklı toplum kesimlerinin bu krizden daha fazla bütünleşerek ve birbirini anlayarak çıkması ve azınlıkların haklarına saygı duyulan daha demokratik bir çerçevenin daha büyük kesimlerince benimsenmesi, yalnızca iyimser değil aynı zamanda olası bir beklenti olarak karşımızda durmaktadır. Bu yıkıcı askerî darbenin, normal şartlarda da mükemmel olmaktan uzak olan Myanmar’daki demokratik işleyişi geriye götüren ve kan döken zorba uygulamaları, bu uygulamalardan benzer biçimde olumsuz etkilenen geniş toplulukların birbirlerine yönelik empati duygusunu geliştirme potansiyeli taşımaktadır. İkinci ve çok kötümser bir ihtimal ise, kısa sürede yatışması zor görünen kararlı kalabalıkların, askerî yönetim ile çatışmaya devam etmesi ile olayların büyük bir iç savaşa dönüşmesidir. Bu konuda Birleşmiş Milletler 1 Nisan tarihinde iç savaş tehlikesi konusunda dünya kamuoyunu uyarmış ve itidal çağrısında bulunarak, muhalif grupların iletişim kurması gerektiğini belirtmiştir. Dünyanın pandemi ile mücade ettiği şu günlerde, test yapma ve sağlık hizmeti sağlama kapasitesi de çok düşük olan bu Güneydoğu Asya ülkesi için söz konusu kötücül senaryo, sonun başlangıcı olabilir. Bu durum, aynı zamanda Myanmar’da güç yarışına girecek ülkeler arasındaki gerilimin artmasını da beraberinde getirebilir.
Kaynaklar:
https://www.bbc.co.uk/sounds/play/w172xv2k95q7kr4
https://www.cartercenter.org/news/pr/2020/myanmar-111020.html
https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?locations=MM&most_recent_value_desc=false
https://digitallibrary.un.org/record/129620
http://hdr.undp.org/en/countries/profiles/MMR
http://hdr.undp.org/en/countries/profiles/MMR
Huang, R. L. (2013). Re-thinking Myanmar’s political regime: Military rule in Myanmar and implications for current reforms. Contemporary Politics, 19(3), 247-261.
Mahmood, S. S., Wroe, E., Fuller, A., & Leaning, J. (2017). The Rohingya people of Myanmar: health, human rights, and identity. The Lancet, 389(10081), 1841-1850.
https://www.transparency.org/en/cpi/2020/index/nzl
Steinberg, D. (2013). Burma/Myanmar: What Everyone Needs to Know®. Oxford University Press.
Tantikanangkul, W., & Pritchard, A. (Eds.). (2016). Politics of Autonomy and Sustainability in Myanmar: Change for New Hope … New Life? (Vol. 1). Springer.

Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimi aldıktan sonra 2014 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde doktorasını tamamladı. 2019 yılında Doçent unvanı aldı. Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi çeşitli kamu kuruluşlarında uzman olarak görev yaptı. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ve misafir araştırmacı olarak bulunduğu the Maldives National University’de akademik çalışmalarını sürdürmektedir.