Pozitif İslam Ekonomisi
Ömer Demir –
Dünyada yaşayan her dört kişiden biri Müslüman. Türki cumhuriyetler, Arap ülkeleri, Hindistan, Çin, Pakistan, Endonezya ve Malezya ağırlıklı olmakla birlikte dünyanın her yerine dağılmış durumda yaşıyorlar. Müslümanların hem kendi ülkelerinde hem de diğer ülkelerdeki diğer dörtte üçlük dünya insanının gözündeki imajları, her ülkedeki sergilenen Müslümanlık tutum ve uygulamalarıyla büyük farklılıklar gösteriyor. Bugün sergilenen bu farklı tutum ve davranışların biçimlenmesinde geçmişten gelen kültürel mirasın ve dışardan rivayet veya tahayyül yoluyla oluşturulan imajların önemli izleri var. Uygulamadaki bu çeşitlilik ve farklılaşma her alanda tek bir Müslümanlık betimlemesine dayalı “pozitif” bilgi üretiminde bazı zorluklar ortaya çıkarıyor.
Sadece Müslümanlarda değil her toplumda mevcut durum ile olması arzulanan durum arasında bir farklılaşma, hatta olan durum aleyhine bir mesafe vardır. Olması istenen ideal toplum modelleri, hedef oluşturmak, birey davranışlarını yönlendirmek ve onlara rehberlik etmek için gereklidir. Bu modeller ya ilkelere ya da geçmişteki yaşanmışlıkların içinden seçilen olumlu örneklere dayalı olarak şekillendirilir. İdeal toplum modeline sahip olma, mantığı gereği, “olan” ile “olması istenen” arasında bir farklılığın olabileceği varsayımına dayanır. Arada farklılık olmasaydı, böyle bir ayırıma da gerek olmazdı. İdeallere uygun modeller geliştirildikçe aradaki fark kapanmaya başlar.
Bilgi sınıflamasında sık sık mevcut durumun betimlenmesini ifade eden “olan” ile birey veya grup ideallerinin, hayal edilen iyilik ve güzelliklerin, kısaca bazı değerlerin benimsenmesinin ve benimsenen bu değerlerin insanları taşıması beklenen “olması istenen” arasındaki farka vurgu yapan pozitif ve normatif ayırımı yapılır. Örneğin iktisatta “enflasyon bu yıl yüzde beştir” pozitif, “enflasyon yüzde ikinin altına çekilmelidir” normatif bir ifade olarak tasnif edilir. Bu bağlamda doğa bilimleri, pozitif bilimler olarak öne çıkar. Sosyal bilimlerde ise bu pozitif ve normatif boyutlar iç içe geçmiş olarak var olur.
Sosyal bilimlerde de pozitif bilginin normatif bilgiden daha önemli görülmesinin sebebi “olanın” tespitine dair üzerinde uzlaşılan daha çok yöntemin geliştirilmiş olmasıdır. “Olması gereken” değer yargılarını gerektirdiği için orada farklı değer yargılarına göre hayatlarını düzenleyenlerin uzlaşması daha zordur. Bu “olan” ve “olması gereken” ayırımının arkasında, olanı gündemde tutmanın onun daha iyi bilinmesi, benimsenmesi ve yaygınlaşmasını temin etmek ve günün sonunda olana meşruiyet kazandırmak gibi örtük bir amacın olduğu da hep söylenegelmiştir. Olup bitenlerden memnun olanlar pozitif bilgiye, olanı anlamakla yetinmeyip onu değiştirmeyi amaçlayanlar da normatif bilgiye öncelik verdikleri için dinlerin normatif yönünün ağırlıklı olması gayet anlaşılabilir bir şey. Dinî vurgusu olan bilgi alanlarının, bu bağlamda da İslam ekonomisinin, normatif yönünün öne çıkması gayet normal.
İslam dini insanlara geniş bir “olması gerekenler” manzumesi sunar. Devirden devire, kültürden kültüre bazı farklılaşmalar olsa da, devamı öteki dünyada olan bir hayatın olması gerekenlerini tanımlayan ana ilkeler, akil baliğ olan her insanın anlayabileceği özellikte ve açıklıktadır. Yaratıcıya inanma, onun vasıflarını yaratılanlara atfetmeme, onun mesajını getiren bir elçinin varlığına inanma, daima iyilik üzere olma, kötülüklerden uzak durma, sürekli hesap verme bilinç ve sorumluluk hissi ile yaşama gibi ilkelerin, bireylere zor gelse ve yerine getirmeye çalışmanın zaman zaman bedeli ağır olsa da, muğlak veya anlaşılmayacak bir tarafı yok denebilir. Sorun, bu soyut ilkelerin hayata geçirilmesindeki uygulama farklılıklarında ortaya çıkmaktadır. Genelde sanıldığının tersine soyut kurallar (doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet, adillik, gibi) bireyler tarafından daha hızlı kavranır ve üzerinde daha kolay uzlaşma sağlanır. Mesela hakkı olana hakkını verme (işçinin hakkını alın teri kurumadan verme), herkese adaletli ve hakkaniyetli davranma, liyakate önem verme, hakkı olmayan şeylere el uzatmama, ne anlama geldikleri o dili bilen herkes tarafından kolayca anlaşılabilen soyut ilkelerdir. İhtilaflar ve çatışmaların çoğu bu soyut ilkelerde uzlaşamamaktan değil, o ilkeleri hayata yansıtırken ortaya çıkan sonuçların farklılaşmasından kaynaklanmaktadır.
Bu çerçevede İslam ekonomisi başlığı altında üretilen bilgilerin tasnifini yaptığımızda, başta adalet ve hakkaniyet olmak üzere insan iradesinin özgürce tezahür etmesini öngören ilkelerin yer aldığı geniş bir normatif İslam ekonomisi alanı olduğunu görmekteyiz. Buna karşılık daha çok geçmiş dönemlerde yaşayan Müslümanların bugün ekonomi olarak ayrılan alana dair yaptıkları iyi uygulamaları betimleyen bir pozitif İslam ekonomisi literatürü de vardır. Bu bilgiler geleneksel terminolojide fıkıh içinde yer alır. Normatif İslam ekonomisinin nasıl hayata geçeceğine dair sorular, pozitif İslam ekonomisi diyebileceğimiz uygulamalar çerçevesinde açıklanmaya çalışılır. Pozitif İslam ekonomisi literatürünün içerdiği örnek uygulamaların daha çok tarıma ve zanaata dayalı üretim, bunların ticareti ve çoğunlukla mal takasını öngören bir üretim modeline dayanması, günümüz Müslümanları için onları bugüne taşıma konusunda sorunlar içermektedir. Bu uygulamaların pek çoğu, soyut ilkelerin nasıl hayata geçirildiğine dair ipuçları verse ve ülkeler arasında bazı farklılıklar olsa da, dünya ortalaması olarak üretimin yaklaşık yüzde yetmişinin hizmet, yüzde yirmisinin sanayi ve yüzde onunun da tarımsal üretimden oluştuğu günümüz dünyasında, aynen uygulanabilme özelliği taşımamaktadır. Bu sebeple İslam ekonomisi literatürü, ağırlıklı olarak bir kısmı geçmişteki güzel uygulamalara dönüşmüş az sayıda pozitif İslam ekonomisi çalışmalarının önüne ve arkasına soyut ideal ilkelerin açıklandığı normatif İslam ekonomisi çalışmaları olarak görülebilir. Bununla da, dünya nüfusunun dörtte birinin yaşamının inceleme nesnesi olabileceği pozitif İslam ekonomisi literatürü, geçmişe övgü özelliği ağır basan, günümüz uygulamalarında ise ciddi düzeyde özgünlük eksikliği olan bir alana dönüşüyor.
Günümüzde pozitif İslam ekonomisinin gelişim göstermesinin iki yönlü çalışmaların artmasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. İlk tür çalışmalar belirli coğrafyalarda yaşayan Müslümanların günümüzde ekonomik hayata dair halen geliştirmiş oldukları başarılı ve başkalarına da örnek olabilecek uygulamaları, hazırlayıcı sebepler ve sonuçlarıyla birlikte ele alan iyi uygulama araştırmalarıdır. Beklenen veya beklenene yakın sonuçlar veren başarılı uygulamaları konu edinen bu betimsel çalışmaların farklı dillere çevrilmesi, onların benimsenme ve yaygınlaşmasına katkıda bulunacak, böylece pozitif İslam ekonomisine ivme katacaktır. Finans alanındaki uygulamalar bu gruba örnek verilebilir. Buradaki sorun, hızla değişen günümüz ekonomi şartlarına uyarlanabilecek bu tür örnek uygulamaların çok sınırlı olması, uyum sağlayanların da büyük kısmının Müslümanlara has olma anlamında “özgün” uygulama özelliği taşımamalarıdır. Bu yüzden pozitif İslam ekonomisinin bu alt alanında görece bir nesne veya konu kıtlığı olduğu söylenebilir.
Bu bağlamda, örneğin tasarruf sahiplerinden toplanan fonlar ile peşin parayla satın alınan malların ihtiyaç sahiplerine vadeli olarak satılması esasına göre işleyen ve en yaygın olarak kullanılan faizsiz bankacılık uygulamalarından biri olan murabaha işleminin ekonomik ve sosyal sonuçları ayrıntılı biçimde ortaya konabilir. İşlemin tasarruf sahipleri ve fon kullananları nasıl etkilediği, onların memnuniyet durumu ve farklılık olarak neyi gördükleri gösterilebilir. Murabaha sisteminin uygulandığı bir işlemler dizisinde, hem ödünç veren hem de alanların memnuniyet düzeyleri ile aynı işlemleri faizle yapanlarınkileri karşılaştıran ve memnuniyet ya da memnuniyetsizlik gerekçelerini ortaya koyan araştırmalar fiili durum hakkında sağlıklı bilgi edinilmesini sağlar. Eğer murabaha işlemlerinde parasını ödünç veren ile ödünç alanın memnuniyeti farklılaşıyor ise bunun nedeni alternatif fon kullanma ve getiri imkânlarının bilinmesinden mi, maliyet veya alternatif maliyetlerin çok olmasından mı, yoksa özde farklılık yokken işlemlerde sadece şeklî yönden farklılaşmasından mı kaynaklandığı ortaya konabilir. Bu tür araştırmalar bireylerin memnuniyetleri yanında farklı finansal araçları kullanmanın genel sistem içinde ne tür farklılıklar yarattığını da ortaya koymaya katkı sağlar.
En yaygın uygulama murabaha olduğu için onun üzerinde biraz daha duralım. Uygulamada bireylere sağladığı getiri ve maliyet bakımından faizli borç sistemine göre büyük benzerlikler olmasına rağmen murabaha orta veya uzun vadedeki ekonomik sonuçlar bakımından önemli farklılaşmalar getiriyor olabilir. Bu da ancak uzun dönemli ve farklı ülkelerdeki uygulamaları karşılaştırarak anlaşılabilir. Örneğin tasarruf sahiplerine sağladığı getiri ile fon kullananlara yüklediği maliyetler diğer yöntemlerle aynı olsa bile işlemlerin reel mal veya hizmet aktarımı üzerinden yapılması nedeniyle bu sistemin, ilgili sektörlerde spekülatif dalgalanmalara izin vermemesi önemli bir fark oluşturabilir. Bunun olup olmadığının ortaya konması önemlidir. Tasarruf eden ile fon kullanan açısından büyük bir farklılık getirmese de temel farklılık ekonominin dalgalanmasının engellenmesi ise bu da göz ardı edilemeyecek bir farklılık olarak pozitif İslam ekonomisinin hanesine yazılabilir. Bunu ortaya koyan bir araştırma pozitif İslam ekonomisine güzel bir katkı sunmuş olur.
Bir diğer pozitif İslam ekonomisi çalışma alanı servet vergisinin gelir dağılımı, ekonomik büyüme, tasarruf ve tüketim eğilimleri üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Zekât bir tür servet vergisi olarak görülebilir. Gelir vergisi ile servet vergisinin bireysel ve toplumsal sonuçları farklı modeller içinde incelenebilir. Yüzde 2,5’luk bir servet vergisinin hangi temel sorunları ne düzeyde çözdüğünü ortaya koymak, zekâtın günümüz toplumlarındaki işlevine dair somut pozitif bilgiler verecektir.
Başka bir pozitif alan, dinin ibadet olarak yapılmasını öngördüğü mali işlemlerin incelenmesinde kullanılan işlem birimlerine bağlı ekonomik sonuçların ortaya konmasıdır. Geçmiş dönemlerde mübadele aracı veya hesap birimi olarak farklı araçlar kullanılmıştır. Bunların tamamına yakını kültüre özgüdür. Günümüzde mübadelelerde esas alınacak birimlerin nasıl belirlenebileceğine dair ideal ilkelere uygun model önerebilmek için mal ve hizmetlerin (buğday, üzüm, hurma, deve, petrol, doğalgaz, elma, armut, asgari ücret, elektrik, ulaşım vb.) ve itibari birimlerin (ulusal kâğıt veya metal para, döviz, altın, dijital para vb.) zaman içinde gösterdiği değişimler açık biçimde ortaya konabilir. Doğal koşullara veya idari kararlara göre bollaşıp kıtlaşabilen mal ve hizmetlerin veya itibari birimlerin, bireysel, bölgesel, ülke veya dünya bazındaki işlemlerde hesap birimi olarak alınmasının sonuçları ortaya konmalı, İslam ilkelerine en uygun olanların hangileri olduğu gösterilmelidir. Örneğin zekât, fitre ve bireye sorumluluklar yükleyen diğer zenginlik seviyelerinin bugün de altın üzerinden yapılmasının İslam’ın temel ilkelerine uygun olup olmadığı, bunların değer değişiminin tarihî seyri ve topluluklara göre farklılaşma oranları bilinmeden kararlaştırılamaz. Bu bağlamda tüm değişim ve tasarruf işlemlerinin üretimi kıt olan bir metal, örneğin altın, üzerinden yapılması durumunda, altının fiyatında meydana gelecek dramatik artışın, elinde altın bulunduranlar lehine yaratacağı servet transferinin hangi sebeple meşru olacağı ortaya konmadan, sadece Hz. Peygamber döneminde kullanılan geçerli bir ölçü olması, altına değer belirlemede nihai hakem statüsü tanınması için yeterli bir gerekçe olamaz. Zira oransal olarak altın miktarından daha fazla artan üretim nedeniyle mal ve hizmetler karşısında sürekli değer kazanan bir ölçü biriminin, ideal temel ilkelerle uyumu olduğu söylenemez. Çünkü ölçü biriminin en önemli özelliklerinden biri mübadeleye aracılık ederken taraflardan birine haksız kazanç sağlamamasıdır.
Bir başka pozitif İslam ekonomisi çalışma alanı, dindar insanların aralarındaki sözleşmelerin işlem maliyetleri bağlamındaki etkisinin araştırılmasıdır. Öteki dünyadaki büyük hesap gününe inanan insanların kendi aralarında veya diğer insanlarla olan ekonomik iş ve işlemlerinde inanmayanlara kıyasla daha farklı işlem maliyetlerine yol açıp açmadıkları önemli bir pozitif durum bilgisidir. Eğer bu pozitif bilgiler, dindarlığın daha az taahhüt ihlali, dolayısıyla daha az dava ve taraflara daha düşük bedele yol açtığını ortaya koyarsa, özgün model yönüyle önemli bir yenilik keşfedilmiş olur. Bu bağlamda dindarlığın dürüstlük üzerindeki etkilerinin ekonomik sonuçları sosyal deney konusu olabilir. Hatta bu deneyler farklı kurumsal yapılar içinde ve kültürel coğrafyalarda tekrarlanarak davranışsal pozitif İslam ekonomisi adında bir alt alanın oluşmasını da sağlayabilir.
Pozitif İslam ekonomisinin alanını genişletebilecek ikinci tür çalışmalar, pozitif ile normatif arası bir alanda bilgi üretmeye odaklanan model önerileridir. İslam’ın ideal ilkelerinin günümüz kurumsal yapılarını değiştirdiği, dönüştürdüğü, ama sonuçta yaşayabilen modeller önerilmesi gerekir. Soyut ilkeleri zikretmenin, onların hayata geçmesinde öncü özelliği olmakla birlikte, ilkelerin kendiliğinden hayata geçmeleri beklenemez. Bunun için somut mekanizmaların oluşturulması gerekir. Bu amaçla bol bol modeller önermek ve onları mümkün olduğunca sınamak gerekir. Bu bağlamda, ideal ilkelerin uygulamaya aktarılabilmeleri ve amaçlanan sonuçlara ulaştırıp ulaştırmadıkları ancak denendikten sonra anlaşılabileceği için bir dizi öneri paketinin hazırlanmasına ihtiyaç vardır. Bu model önerilerinin bir kısmı bu alanda kafa yoran düşünürlerden, bir kısmı da uygulamada sorun çözmeye çalışan yönetici ve uygulamacılardan gelebilir. Toplumsal sorunları çözmede sadece düşünme kabiliyeti yeterli olmaz, tecrübe ve örtük bilgi de bilişsel çabalar kadar işlev görür. Burada çoğunlukla, “ilkeler belli ise uygulamalar da bellidir” kolaycılığına kaçıldığı görülmektedir. İlkelere dayanarak geliştirilecek uygulanabilir ayrıntılı öneriler, nitelik itibariyle normatif olmalarına karşın, ideal modelin öngörülerine uygun sonuçlar verip vermeyecekleri henüz bilinmeyen öneri paketleri olarak hazırlanıp uygulamacıların önüne konmaları pozitif ve normatif arası bir bilgi faaliyeti olarak görülmelidir. Bu modelleme sürecindeki en hassas konu, önerilen modellerin “İslam’a göre” parantezine alınarak sunulup sunulmayacağıdır.
Bize göre bugünün dünyasında henüz geçerliliği ve uygulanabilirliği test edilmemiş modelleri “İslam’a göre” ön takısıyla ileri sürmek iki sebeple sorunlu bir yaklaşımdır. Öncelikle, henüz uygulamada nasıl sonuç vereceği test edilmemiş, öngördüğü olumlu sonuçları veren ve beklenmedik olumsuz sonuç ortaya çıkarmayan bir öneri olup olmadığı bilinmeyen bir önerinin, İslam’ın ideal modelinin günümüz için “geçerli” temsilcisi olarak sunulması, beklenen sonuçları vermediğinde ideal modeli de töhmet altında bırakacaktır. Önerilen modelin başarısızlığı İslam’ın başarısızlığı olarak görülecektir. Çöken, ilkeler değil onları bugünkü hayata taşımaya çalışan model ise, ilkelerden vazgeçmek yerine modeli yenileyerek uygulanabilir model arayışını sürdürmek daha doğru ve sonuç alıcı bir yoldur.
İkincisi, ileri sürülen model, “İslam’a göre” paranteziyle sunulduğunda, geçici bir süreliğine de olsa, / “İslam’a göre” paranteziyle ileri sürülen model, geçici bir süre için de olsa en meşru, hatta tek meşru model iddiasıyla o alanı kapatacağı için, apaçık başarısız oluncaya kadar kendisine yönelik eleştirilerin susturulmasına ve alternatif önerilerin ileri sürülememesine yol açacaktır. Kendi başarılı olmadığı gibi başarılı olabilecek başka alternatiflerin de çıkışını engelleyecek veya geciktirecektir. Bu nedenle ideal modelin temsilcisi imasıyla “İslam’a göre” diyerek değil “bize göre”, “bu modele göre”, “bu yaklaşıma göre” paranteziyle önerilerin geliştirilebileceği bir ortamın oluşması teşvik edilirse, olası uygun model önerilerinin geliştirilmesi konusunda daha kolay yol alınacaktır. Kısaca, “İslam’a göre” sunumunun marka değerinden istifade etmek için ileri sürülen kişisel modellere dönük başarısız sonuç ve eleştiriler, ideal model eleştiriliyor kaygısıyla hem o modellerin yeterince tartışılıp değerlendirilmesini önler hem de model sahibine geçici de olsa haksız bir rant sağlar. Bu nedenle “İslam’a göre” ön takısının ardından fikir üretmenin potansiyel risklerinin ve yol açtığı verimsizliklerin farkında olmak, model geliştirmede çok önemli bir adım olacaktır.
Sonuç olarak İslam’ın ideal ilkelerinin hayata aktarılması, mevcudun dönüşümünü öngörür. Bu yönüyle İslam ilkeleri normatif nitelik taşır. Ancak bu normatif nitelik, mevcudun bu ilkeler doğrultusunda dönüştürülmesi için, olanın olduğu gibi olabildiğince eksiksiz biçimde bilinmesinin önemini ortadan kaldırmaz. Bu yüzden, önce yaşanan dünyada neyin neyle, nasıl ve ne kadar ilişkisi olduğu ortaya konmadan, İslam ilkelerinin hayata geçirilmesinde en uygun modelin hangisi olduğuna karar verilemez. Dolayısıyla normatif ilkelerin gücünün vurgulanması, ilk ve önemli adım olmakla birlikte, olanı en iyi biçimde ortaya koyma sorumluluğunun yerine geçemez. Bu yüzden pozitif İslam ekonomisi alanında mesafe alındıkça, uygun model önerileri için daha elverişli bir iklim ortaya çıkacak, ilkelerle uygulama arasındaki mesafenin kapatılması mümkün olacaktır.
Ömer Demir
ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümünden 1988’de lisans ve 1990’da yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılında Anadolu Üniversitesinde İktisat alanında doktorasını tamamladı, 1996’da doçent 2009’da profesör oldu. Üniversite dışında TÜİK, YÖK ve ÖSYM’de yönetici olarak çalıştı, TÜBİTAK bilim kurulunda görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde öğretim üyesi. İktisat metodolojisi ile iktisadın kurumsal yapılarla ilişkileri konusunda çalışmalar yapıyor.